Hangi Muhammed yazısının Özeti:

İslam Peygamberi Muhammed’in hayatı ve kimliği hakkında sınırlı bilgi bulunmaktadır. Tarihi kaynaklar yetersiz ve çelişkilidir. Bu makale, Muhammed’in gerçek kimliğini ve tarihteki olası paralellikleri araştırmaktadır. Coğrafya ve siyasi ilişkilere odaklanarak, Muhammed’in yaşadığı dönemde Arabistan’ın Irak ve Suriye’yi kapsadığını göstermektedir. Yahudilerin Edessa’dan ayrılışı ve Hira’ya göçü, Muhammed’in yükselişi için uygun ortamı hazırlamıştır.

Muhammed’in Hira’nın valisi Iyas bin Qabisah olabileceği tezini savunmaktadır. Bu teze göre, Iyas bin Qabisah, Persler tarafından görevden alındıktan sonra Araplarla birleşmiş ve Muhammed unvanını almıştır. Ayrıca, Kur’an’ın kökeninin ilahi vahiylerden ziyade siyasi çıkarlara dayandığını ve Yahudi, Hristiyan ve Zerdüşt inançlarından etkilendiğini öne sürmektedir.

Sonuç olarak: Muhammed’in kimliği ve İslam’ın kökeni hakkında tartışmalara yeni bir perspektif sunmakla beraber tartışmaya açıktır.

Hangi Muhammed?

İslam Peygamberi Muhammed’in hayatına dair bilgiler oldukça sınırlıdır. Babasının adı, yetim olarak büyüdüğü ve ticaretle uğraşan fakir biri olduğu gibi temel bilgiler mevcut olsa da, soyağacı ve hayatı hakkında detaylı bilgi veren tarihi kaynaklar bulunmamaktadır.

Bilinmeyenler ve Kaynakların Eksikliği

Hakkındaki bilgiler genellikle resmi kaynaklardan ziyade rivayetlere dayanmaktadır. Hatta Müslümanların çoğu, Muhammed’in gerçek adının Mahmud olduğunu düşünerek, Muhammed’in bir unvan olduğunu bilmezler. Muhammed’in yaşadığına dair yazılı kanıtlar ve kronikler mevcut olsa da, bu kayıtlardaki Muhammed’in gerçek kişi mi yoksa “Muhammed” unvanını kullanan başka biri mi olduğu belirsizdir.

Tarihteki Muhammed’i Araştırmak

Bu yazıda, Muhammed’in kim olduğunu ve tarihteki Muhammed ile paralellikler gösteren asıl Muhammed’i araştırıyoruz. Bu arayışta, erken dönemlere ait kayıtlar ve kronikler incelenecektir. Erken dönemlerde Arap coğrafyasında İslamiyet diye bir din olmadığı ve tarih kayıtlarının genellikle Hristiyanlar tarafından tutulduğu göz önünde bulundurulduğunda, Hristiyan kaynakları da bu araştırmanın bir parçası olacaktır. Hristiyan kaynaklarına güvenmeme klişesine başvurup ön yargılı davrananlar, hadis ve rivayetleri tarihsel gerçeklik veya birer tarihi kaynak gibi kabul ederek yaşamaya devam edebilirler.

Coğrafya ve Siyasi İlişkilerin Önemi

Muhammed’in kim olabileceğine dair görüş ve kaynaklar paylaşılacak olsa da, kesin bir iddiada bulunulamaz. Ancak, aralarında ciddi paralellikler olan birini arayacağız. Konu coğrafya ve siyasi ilişkilerle yakından ilgili olduğundan, konuya bu açıdan yaklaşılacaktır. Irak ve Suriye bölgesi uzun bir süre boyunca Arabistan olarak adlandırılmıştır. Başkenti Şanlıurfa olan Osroene veya diğer adıyla Edessa bölgesi, Suriye’nin kuzeydoğusunda ve Kuzey Irak’ta, Fırat ve Dicle nehirleri arasında yer almaktadır. Bu bölge, sadece Arapların değil, diğer toplulukların da yaşadığı bir yerdi. Tarihçi Plütark, ikinci Abgar’ı bir Arap kabilesinin şefi olarak tanımlamış ve Abgar için “Arapların kralı” demiştir. Bu nedenle, Roma kaynaklarının “Arabistan” dediği yer, yalnızca günümüzdeki Arabistan olarak anlaşılmamalıdır.

Yahudilerin Edessa’dan Ayrılışı

Ermenistan ve çevresindeki bölgeler hakkındaki önemli kaynaklardan biri olan piskopos ve tarihçi Sebeos, tüm Yahudi kabilelerini temsil eden 12 halkın Edessa kentinde toplandığını anlatır. Pers birliklerinin kenti barış içinde bırakarak ayrıldıklarını gören Yahudiler, kapıları kapatıp kendilerini güçlendirdiler ve içeri girmesine izin vermediler. Bizans İmparatoru Herakleios’un kenti almak için harekete geçmesi üzerine Yahudiler, askeri bir direnişle karşılaşamayacaklarını anlayınca barış yapmayı kabul ettiler ve Herakleios’un huzuruna çıktılar. Herakleios, Yahudilere kendi yerlerine dönmelerini emretti.

Yahudilerin “Kendi Yerlerine Dönmesi”

Yahudilerin “kendi yerlerine dönmesi” ifadesi, ya İsrail’e dönmek ya da Yahudilerin Moğolların 1258’de Bağdat’ı işgal ettiği tarihlere kadar yaşadıkları Irak’a dönmeleri anlamına gelebilir. Tarihçi Sebeos, olayın devamında Yahudilerin çölü geçerek İsmail’in oğullarının yanına doğru yol aldığını ve Arapları yardıma çağırdıklarını anlatır.

Hira: Lahmilerin Başkenti

Bu, Taşkent’in güneyindeki Lahmilerin başkenti olan Hira’dır. Hira, günümüzdeki Kufa olarak bilinen şehirdir. 6. yüzyılın sonlarında Mezopotamya’da yaşayan Süryani Ortodoks kilisesinden bir isim olan ve Arapların havarisi olarak bilinen Ahudemmeh, bu göçebe halklar hakkında yazmıştır. Dicle ile Fırat arasında çadır yaşayan bu insanlar, batıl inançlara sahipti ve yeryüzündeki tüm insanların en cahili olarak tanımlanmışlardı. Bu insanların yaşadığı yer, Irak’ın kuzeyinde yer alan Suriye’deki Rakka’nın eski adıyla Callinicum’un doğusuydu.

Araplar ve Persler Arasındaki Siyasi İlişkiler

Araplar ile Persler arasında sürtüşmeler yaşanıyordu. Persler, Arapları itaatkar bir millet olarak görürken, Araplar Persleri “Acem” olarak adlandırıp zorba olarak görüyorlardı. 6. yüzyılın sonunda, Lahmiler Sasani İmparatorluğu’nun gözünden düşmüştü. Bunun nedeni, Lahmilerin tam bağımsızlık istemesiydi. Lahmiler arasında büyük oranda Hristiyan olan hane halkı, İranlıların onları Sasani dinine geçirmeye çalışmasını reddetti. Numan’ın açık bir şekilde Nesturi Hristiyanlığı benimsemiş olması, Lahmilerin Perslerin desteğini kaybetmesinde etkili olmuştu.

Numan’ın Suikastı ve Sonrası

Numan, 602 civarında Sasani İmparatoru Hüsrev Perviz tarafından suikasta uğratıldı. Bu olay, Lahmilerin Haki hükmünü sonlandırma nedeni olarak gösterildi. Numan’ın öldürülmesinin ardından, yerine atanan kişi, Hristiyan Arap olan Iyas bin Qabisah idi. Iyas bin Qabisah, Hüsrev’in Lahmi bölgesini kontrol etmesinde ona yardım etti. Persler, göçebe Arapların akınlarıyla karşı karşıya gelince, milattan sonra 613 civarında Sasaniler yani Persler ile Araplar arasındaki sorunlar Zûkâr Savaşı‘na neden oldu.

Hira’nın Doğrudan Yönetimi ve Sarazen İsyanı

Bu savaşın ardından, Persler 617 civarında Hira’yı doğrudan yönetmeye karar verdiler ve Iyas bin Qabisah’yı görevden aldılar. Yerine, Azad Beh geldi. Bu dönemde, Lahmiler arasında bağlılık gösteren bazı Araplar Hira’dan ayrıldı ve Perslere karşı Araplarla işbirliği yapmaya başladılar. Bu durum, 61’i Sarazen İsyanı’na zemin hazırladı. Muhtemelen, 4 yıl sonra Kral olarak seçilen kişi, Iyas bin Qabisah idi.

Yahudiler ve Mahmet

Yahudilerin İsmail oğulları ile irtibata geçip yardım istediklerini anlatan Tarihçi Sebeos, devamında şöyle yazmıştı: Araplar arasındaki yakın ilişkiye rağmen, inanç konusunda farklılıklarından dolayı bir fikir birliği sağlayamadılar. İçlerinden biri, İsmail oğullarından Mahmet adında bir tüccar öne çıktı. Özellikle Musa tarihi hakkında bilgili olan Mahmet, sözde Tanrı’nın emriyle Yahudilere hakikat yolu hakkında bir vaaz verdi ve İbrahim’in tanrısını tanımalarını sağladı. Mahmet, hepsine Yücelerden gelen emirle geldiklerini ve inançta birleşmelerini emretti. Ahmet, Mahmet gibi isimler temelde isim değil, unvandır; hepsinin kökü “m h d” harflerindedir. Seos’un kaydında, Mahmet’in farklı inançları ve tanrıları olan Arapları bir araya getirip Yahudilerle birleştirdiğini görüyoruz.

Yuhanna bar Penkaye’nin Kaydı

5. Emevi Halifesi Abdülmelik döneminde yaşamış bir Doğu Kilisesi yazarı olan Yuhanna bar Penkaye şöyle yazmıştı: Başlangıçta eğitmenleri olan Muhammed’a o kadar bağlı kaldılar ki, onun yasalarına karşı küstahça hareket ettiği görülen herkese ölüm cezası verdiler. Yahudiler ile temasa geçip onların yasalarını takip eden Araplar, Yahudiler gibi sünnet olmaya başlayacaklardı. Zamanla, paganizmi terk ederek Musa’nın yasasını benimsediler ve çoğu Hristiyan olacaklardı.

Muhammed ve Mekke’den Ayrılışı

Şimdi, birkaç erken tarihli kaynağa bakarak, Muhammed’in Mekke’den ayrılmasıyla ilgili geleneği uyacak şekilde şehrinden kovulmuş ve daha sonra zaferle geri dönen birini arayalım. Bunun için tarihlere dikkat edeceğiz, çünkü kaynaklarda kronoloji konusunda karışıklıklar mevcuttur.

Kaynaklardaki Kronolojik Çelişkiler

640 doğumlu Edessalı Yakup, Arapların ilk kralı Muhammed’in 622’de hüküm sürmeye başladığını yazar. Başka bir kaynak olan Adan Kroniği, Muhammed’in 620-627 aralığında hüküm sürmeye başladığını ve 7 yıl hüküm sürdüğünü belirtir. Diğer yandan, Süryanice yazılmış bir Ortaçağ kroniği olan Zukin Tarihi’nde, ilk kralın kendi aralarından biri olan Muhamad olduğu yazar. Eğer izini sürdüğümüz kişi gerçekten Kral ise, Edessalı’nın kroniği “Filistin topraklarına, Arabistan’a ve Suriye’ye ticaret için inerdi” ifadesinin farklı bir anlamı olmalı ya da belki de o coğrafyada Mahmet unvanını kullanan başka birinden de söz ediyor olabilir.

o Presbítero Tomás’ın Kaydı ve Tay Kabilesi

640 Kroniği yazarı Mezopotamyalı Süryani Ortodoks rahip Presbítero Tomás ise şöyle yazmıştı: “4 Şubat Cuma günü, 9. saatte Gazze’nin 12 mil doğusu, Filistin’de Romalılar ile Muhammed’in Arapları arasında bir savaş oldu.” Thomas, 634 yılından bahsediyor. “Muhammed’in Arapları” şeklinde çevrilen ifadesi “Tayy de Muhamad” yani Muhammed’in Tayyiydi. Tayy, zaman zaman Tay veya Tayi olarak da yazılan büyük ve güçlü bir Arap kabilesiydi.

O dönemde Tay kabilesinin lideri kimdi? Önceki kayıtlarla paralel olarak, dört Bizans Arap kroniği de onun topluluk arasındaki en soylu kabilede dünyaya geldiğini, yani güçlü bir ailenin çocuğu olduğunu yazar. Aynı zamanda, geleceğe dair birçok olayı tahmin edebilen akıllı biri olduğu belirtilmişti. Mozarap Vakai Namesi’nde şöyle yazıyordu: “Suriye, Arabistan ve Mezopotamya’yı liderleri Muhammed’ın gücünden ziyade hile yoluyla kendilerine mal ettiler ve komşu eyaletleri harap ettiler. Açık saldırılar yerine gizli akınlarla ilerlediler. Böylece, güçten ziyade kurnazlık ve hile yoluyla imparatorluğun tüm sınır şehirlerini kışkırttılar ve sonunda boyunlarındaki boyunduruğu sallayarak açıkça isyan ettiler.”

Sarazen Ayaklanması ve Liderlik Boşluğu

Bahsedilen olay, Sarazenlerin Heraklius’un 7. yılında, yani 618’de gerçekleştirdiği ayaklanmadır. Hatırlarsanız, diğer kaynaklar 622’de, yani bu olaydan 4 yıl sonra, aralarından birinin kral olarak seçildiğini yazıyordu. Demek ki, bu 4 yıllık süre içinde belirli bir kişi lider olarak öne çıkamamıştır. 622’de, Yahudilerin karşılaştığı Muhammed unvanlı kişi, o boşluktan sonra lider olarak öne çıkmıştı.

İkiye Bölünen Krallık ve Muaviye’nin Yükselişi

Yuhanna bar Penkaye’nin tuttuğu kayda bakalım: “Tanrı, Hacer’in çocuklarını neden oldukları yıkımlardan dolayı cezalandırdı. Krallıklarının başlarında onlara iki lider vererek krallıklarını iki parçaya böldü. Bu kurtarıcımız, söylediği sözü anlayabilmemiz içindi; onlar tüm dünyayı kendilerine tabi kılıncaya kadar birlik olmuşlardı. Fakat savaştan uzak kalıp dinlenince, birbirleriyle savaştılar; yani aralarında ittifak olan ülkeleri neredeyse birbirine bağlı olarak yönetilen, fakat ayrılıp tamamen düşman haline gelen iki devlet bulmalıyız.

Penkaye’nin kaydının devamında şöyle denir: “Dedi ki, ‘Üstünlük bize aittir ve kral bizim aramızdan seçilmelidir.’ Doğudakiler ise onlara karşı çıktılar ve bunun kendilerinin hakkı olduğunu iddia ettiler. Bu çekişme sonucunda birbirlerine girdiler. İşi kendi yöntemlerine göre hallettiklerinde aralarında gerçekleşen büyük bir katliamdan sonra zafer, Emeviler olarak adlandırılan batılıların oldu. Aralarından Muaviye adında bir adam, iki imparatorluğun, Pers ve Roma’nın yönetim dizginlerini eline aldı. Onun döneminde adalet gelişti ve yönetimi altındaki ülkelerde büyük bir barış tesis edildi, herkesin dilediği gibi yaşamasına izin verildi.”

İki Lider ve Muhammed

Seos kayıtlarından, Muaviye’nin yönetimi ele geçirip Arapların lideri olduğunu görebiliriz. Ancak, ilk zamanlarda iki lider vardı ve bunlardan biri Muhammed’di. Aynı doğrultuda, 665 yılında kaydedilen Maronit Kroniği şöyle yazar: “Aynı yılın Temmuz ayında emirler ve birçok Arap toplandı ve Muaviye’ye sadakatlerini verdi. Sonra egemenliğinin tüm köylerde ve şehirlerde kabul edilerek kral ilan edilmesi gerektiği yönünde bir emir çıktı. Ayrıca altın ve gümüş bastırdı, ancak kabul edilmedi çünkü üzerlerinde haç yoktu. Dahası, diğer krallar gibi taç giymedi, tahtını Şam’a yerleştirdi ve Muhammed’in yerine geçmek istemedi.”

Iyas bin Qabisah: Tarihteki Asıl Muhammed mi?

Bu olaylarda bahsedilen Muhammed, kral iken tahttan indirilen, ülkesinden sürgün edilen ve sonraları geri dönerek elinden alınan ülkesini fetheden Iyas bin Qabisah olabilir mi? Kur’an sonrası Muhammed’den Medine’ye, sonraları Mekke’ye geri dönüp ele geçirdiği anlatısıyla ne kadar benzer değil mi? İslam’a göre Muhammed’in hicret yılı 622’de gerçekleşmesi de rastlantı mıdır? Iyas bin Qabisah, Bizans ve Persler arasında sıkıştıktan sonra taraf değiştirip isyan eden Araplar ile birlik olduğu yılda 622’de Mekke’den ayrılmak zorunda kalmıştı.

Hira Şehri ve Hakemlik

Ancak orası Mekke değil Hira şehriydi. Tıpkı diğer Hristiyan ve pagan Araplar gibi, Perslerin zulmünden kaçıyordu ve Urfa dolaylarından yola çıkarak Yahudilere hakemlik yapıp yer tahkim eden de oydu. Muhammed’in yer tahkim edip hakemlik yaptığına dair anlatılar Medine’ye bu şekilde gitmişti. Temelde olaylar Hira’da yaşanırken, yıllar sonra saraylarda yazılıp oluşturulan sözde tarihi anlatılar ile her şey değişmiş veya bağlarından koparılmıştır. Hira Muharebesi’nde Halid Bin Velid, Iyas bin Qabisah’nin yönetimindeki Lahmiler’e saldırarak Hira şehrini ele geçirmişti.

Rivayetlerin Çelişkileri ve Muhammed’in Ölümü

Haklı olarak, eğer Muhammed İyas ise, o halde nasıl Halid Bin Velid’in karşısında olabilir ki? Bu noktada hatırlatmak gerekir ki, İslam’ın erken tarihine dair anlatıların büyük kısmı rivayet temellidir. Tarih kitabı diye yazılanlar ise yüzlerce yıl sonra ortaya çıkmış ve resmen yeni bir tarih yazılmıştır. İslam geleneğine göre Uhud ve Hendek savaşlarında Muhammed’e karşı savaşmıştır. Anlatılarda yalnızca 4 veya 5 yıllık bir sapma her şeyi değiştirir. Tıpkı birazdan Muhammed’in ölüm tarihi konusunda da göreceğiniz gibi.

Ayrıca, nasıl olmuş bilinmez, ama birazdan Buhari’deki iki rivayet ile Muhammed ve İyas’ın aynı kişi olduğuna dair yansımaları da göreceğiz. İslam’a göre Muhammed, 632 yılında ölmüş. 633’teki Hira Savaşı’na nasıl katılır ki? İslam’a göre Muhammed’in ölüm tarihi 634 veya 636 olarak da kaydedilir. Üstelik bunlar hadis veya rivayet değil, tarihi metinlerdir. 632 ile 634 aralığında Arapların Suriye’yi işgali sırasında yazılan bir Yunan metni, Sarazenler arasında sahte bir peygamberin ortaya çıktığından bahseder ve peygamberlerin kılıç ve savaş arabalarıyla gelmediği gerekçesiyle onu sahte bir peygamber olarak tanımlar.

Başka bir Suriye metni ise Araplar ve Muhammed’in istilasının 634 yılında gerçekleştiğini yazmıştır. 636’ya tarihlenen bir Süryani el yazması ise Muhammed ve Arapların Suriye fethinden, köyleri yakıp yıkarak Cile’ye kadar ilerlediklerinden bahseder. Birçok kaynakta İyas’dan bahsedilmiş fakat adı Qabisah değil, kşa veya kabişe olarak yazılmıştır.

Çünkü Arapçada sesli harf yoktur ve bu nedenle eski Arapçada kullanılan veya yazılan isimlerin yıllar sonra farklı şekilde okunması veya yazılması oldukça normaldir. Önemli olan kelimenin köküdür. Buhari’nin yer verdiği rivayetler, Muhammed unvanını kullanan kişinin adının aslında Iyas bin Qabisah, İbni Ebi Kebişa veya Kebişa olduğunu gösterir.

Buhari’nin Rivayetleri ve Iyas bin Qabisah

Şimdi ilk rivayete bakalım: Ebu Süfyan şöyle demiştir: “Heraclius, Ben İlya’da iken beni çağırttı. Sonra Allah’ın Resulünün mektubunu istedi ve okumayı bitirdiğinde etrafında büyük bir gürültü koptu, sesler yükseldi ve oradan çıkmamız istendi. Dışarı çıkarıldığımda arkadaşlarıma Iyas bin Qabisah’nın davası beni şaşırttı. Esfâr kralının ondan korkması nedeniyle dikkat çekici hale geldi, dedim.”

Abdullah bin Abbas’ın aktardığı ve oldukça uzun olan başka bir rivayet aynı olaydan bahsederken, son kısmında şöyle yazar: “Şüphesiz ki, Iyas bin Qabisah’ın meselesi güç kazandı. Beni Esfar Kralı ondan korkuyor, yani Muhammed unvanlı Arap liderin, İslam peygamberinin mektubunu okuyan Heraclius korkuyor. Ebu Süfyan da Bizans Kralı Iyas bin Qabisah’dan korkuyor diyor. Tabii ki, rivayetler ve hadisler, Muhammed’i İslam ile ilişkilendirirken anlatılıyor. Ancak tekrar hatırlatmak isterim ki, çok geç tarihlere kadar Arap coğrafyasında bildiğiniz anlamda İslamiyet diye bir din yoktu. O konuya sonra değineceğim.”

Iyas bin Qabisah: Sıradan Bir Çoban mı?

Presbítero Tomas, “Muhammed’in tayyayeleri” ifadesini kullanmıştı. Rastlantıya bakın ki, Iyas bin Qabisah’ın (Muhammed) Arapları kendi liderliği altında birleşerek Musa’nın yasasını takip etmelerini söylediğini yazmıştı. Bunu diyebiliyorsa ve Araplar da onu dinleyip dediklerini yapıyorsa, sıradan bir çoban olmasının imkanı yoktur. Hiç kimse, hele de kabile kabile insanlar, sıradan bir çobanı dinleyip emirlerine uymaz. Tarihi kayıtlarda da yazıldığı gibi, bir kral, prens veya vali olmalı, soylu bir aileden gelmeliydi. Zaten bir hükümdardı, fakat ne Lahmi soyundan ne de hanedanlığının sayesinde yönetime geçmişti.

Onu seçip Lahmiler’in başkenti Hiran Valisi yapanlar, Perslerin Lahmi Araplarının 18 yöneticisinden biriydi. Hatırlarsanız, Qabisah, yani çok büyük olasılıkla tarihteki asıl Muhammed, Pers kuvvetlerine önderlik ederek Araplara karşı girdiği Zukar Savaşı’nı kaybetmişti. Bu dönemden yaklaşık 300 yıl sonra yazan Taberi, bu savaşta Muhammed’in de yer aldığını belirterek, Muhammed’in şöyle dediğini aktarmıştı: “Bu Araplar, Perslerden adil bir şekilde intikam aldığı ilk savaştır ve bu zaferi ancak benim aracılığımla elde edebilmiş.”

Taberi’nin Çelişkili Anlatımı

Yani Taberi, tarihteki asıl Muhammed olan Iyas bin Qabisah’ı, farklı olarak ve çok sonraları oluşmaya başlayan İslam dinindeki Muhammed figürüne uygun şekilde, onu kazanan tarafa, Perslerin karşısına koymuş. Gerçi, Iyas bin Qabisah da bir süre sonra Hira’daki yetkisi ve makamı elinden alınınca Perslere karşı olacaktı, küçük bir ihtimal. Tarihteki asıl Muhammed belki de Iyas bin Qabisah değildir, fakat Abbasiler döneminde yazılmaya başlanan Siyer, hadis ve rivayet külliyatları, anlattığı gibi biri olduğunu kesinlikle düşünmüyorum.

Kur’an’ın Kaynağı: İlahi Vahiy mi, Siyasi Çıkarlar mı?

Kur’an’ın içinde ne varsa, Yahudi, Hristiyan ve Zerdüşt geleneğine aittir. Hatta Yahudi ve Hristiyanlar aleyhine konuşulan metinler bile yine Yahudi ve Hristiyanlara ait bir kısmıdır. Yahudi ve Hristiyan mezhepleri arasındaki çekişmelerin diğer kısmı ise, İsa’nın tanrı olup olmadığına dair tartışan ve tanrının oğlu olamaz diyen Hristiyanların görüşüdür. Kur’an’da kullanılan ve genel bir ifadeyi gibi Hristiyan diye tercüme edilen “nasrani” veya “Nasara” kelimeleri de aslında bu sürtüşmelerle ilgilidir. İlk Hristiyan kilisesinde tam bir kargaşa hakimdi. Kimi Hristiyanlar ciddi şekilde çok tanrıcı iken, kimi dünyanın Tanrı değil de daha alt seviyedeki bir ilah tarafından yönetildiğine inanıyordu.

Yine kimi Hristiyanlara göre İsa tanrıydı, kimine göre değildi. Tam bir karmaşa hali anlayacağınız. Muhammed olan Iyas bin Qabisah büyük ihtimalle bir Nesturi veya Ebionit Hristiyan’dı. Ebionit görüşlerden etkilenen eski bir Nesturi Hristiyan da olabilir, çünkü Pers topraklarında Nesturi görüşünü terk eden Hristiyanlar da vardı. Yahudi-Hristiyan geleneği üzerinden yeni bir oluşum kurmuş ve kültürel etkileşim ile Zerdüşt inançlarıyla da harmanlanmıştır. Zaten dinlerin canlı ve hareketli olduğu, farklı görüşlerin türediği veya evrildiği yıllardı. Aktif bir coğrafyayı şimdi sırasıyla Ebionit ve Kur’an ile uyumlu olan yanlarına kısaca bakalım.

Ebionitler ve Kur’an Arasındaki Paralellikler

Bizans sınırları dışında Hicaz bölgesine kadar yayılmış olan Ebionitlere göre, İsa Tanrı değil, bir insan ve peygamberdir. Tıpkı Maide suresi 75. ayetteki ve diğer birçok ayetteki gibi Kudüs’e dönerek ibadet ederler. Kur’an’da müminlerin önceleri Kudüs’e doğru ibadet ettiği yazar. Cumartesi yasağına, yani şabat uyarısına, riayet ederler. Hiçbir ayette şabat hükmünün kaldırıldığı söylenmemiştir.

Evet, bu durum ısrarla görmezden gelinir. Ebionitler, tıpkı Müslümanlar gibi sünnet olurlar, domuz ve yasaklanan hayvanları yemezler, teslisi reddederler (Nisa Suresi 171. ayette de yazıldığı gibi), Tevrat’ın değiştiğine inanırlar. Kur’an’da belirtildiği gibi, doğu Hristiyanlığının diğer bir dalı olan Nesturilere gelirsek, onlara göre Meryem tanrının annesi değildir, yalnızca saf ve günahsız olan bir kadındır. (Maide suresi 75. ayette olduğu gibi) İsa da ilahi ve insani yönleri ayrı ayrı vardır. Meryem’in doğurduğu ise sadece insandır. Yani Meryem Tanrı doğuran değil, İsa’yı doğurandır. Çarmıhta ölen İsa insandır. Kur’an’da İsa’nın insan olduğundan bahsedilir. Kur’an, İsa’nın çarmıhta öldüğünü kabul etmez ve ona öyle gösterildiğini söyler.

Yeni Bir Din Oluşumu

Tarihteki Mahmet yani Iyas bin Qabisah, görüşleri üzerinden kısmen yeni bir din kurmuş olabilir. Ebionitler ise Esseni Yahudilerinden etkilenmiş Hristiyanlardan içinden yeni bir dal olarak doğmuş olabilir. Çünkü Lahmi yöneticileri ve halkı büyük oranda Nesturi’ydi. Dolayısıyla, kurulan din kısmen yeni olsa da kökenleri ve doğası gereği Yahudilik ve Hristiyanlık temelliydi.

Bizans ve Doğu Kiliseleri Arasındaki Çatışma

Bunlar, Bizans’ın, yani İstanbul Kilisesi’nin sapkın olarak gördüğü Hristiyanlarda bulunan inançlardır. Çünkü İsa ve Meryem konularında Bizans ile aynı görüşte değillerdi. 431’de Nestorius, Ortodoks Hristiyan inancından saptığını söyleyip sürgüne yollanmıştı. Nestorius sapkınlıkla ithaf edilen takipçileri Pers topraklarına kaçmışlardı. Öyle ki, 550’de, Pers İmparatorluğu’ndaki Hristiyanlık neredeyse tamamen Doğu Kilisesi’nden oluşuyordu. Lahmi Arapları ise bir süreliğine sırtlarını Sasani’lere yaslayıp biraz olsun güvende olmuşlardı. Dolayısıyla, nasıl ki Bizans,

Doğu Kiliselerinin görüşlerini benimseyenleri sapkın olarak görüyorsa, onlar da İsa’nın tanrının oğlu olduğunu diyen Bizans’ı ve Ortodoks Hristiyanları sapkın olarak görüyorlardı. Bu, mezhepler arası düşmanlığın yansımalarıyla doludur.

Mezhepler Arası Çekişmelerin Kur’an’a Yansıması

Örneğin, Tevrat’ın Yeşaya kitabını yazan Esseni Yahudileri, Ezra ve Saduki Yahudilerine hakaret edip onları aşağılarlardı. Bu olay bile Kur’an’da, Yahudilerin “Üzeyir Allah’ın oğludur” dedikleri şeklinde yer bulmuştur. Kur’an’daki Yahudi-Hristiyan içerikli metinler temelde bu mezheplerin sürtüşme ve düşmanlıklarını içerir.

Muhammed’in Diplomatik Mektupları ve Sikkeler

Muhammed’in yazdığı diplomatik mektuplar var. Hatta Iyas bin Qabisah olduğunu düşünürsek, mektuplarından biri de sanki güçlendikten sonra intikam alırcasına onu tahttan indirip süren Hüsrev Perviz’e yazılmıştı. Bizans İmparatoru Heraklius da mektup göndererek dinine çağırmıştı, çünkü daha önce de dediğim gibi, Bizans ile aralarında özellikle İsa’nın doğası konusunda anlaşmazlıklar vardı. Mektuplarında Allah kelimesi geçiyor olabilir, çünkü bir Hristiyan veya eski Hristiyan Arap için normal bir söylem, İslam’a has bir söylem değil. Bazı Arap sikkelerinde, Mehmede harflerinin Hristiyan haçı veya Zerdüştlerin ateş sunakları ile birlikte kullanıldığı görülür.

Hangi Muhammed? (2024)

Bismillah Yazılı Sikkeler ve Anlamları

Evet, Bismillah yazılı sikkeleri ise Hac sembolleri süsler. Bismillah demekte bir sorun yok çünkü Arapçada “ilah” veya “ellah” Tanrı demek, dolayısıyla Bismillah “Tanrının adıyla” demek anlamına gelir. Daha geniş ve genel bilgi açısından islami sikkeler konusunda Nilüfer Damalı Vakfına ait şu sayfadan yararlanabilirsiniz. İnternet üzerinde de bir çok koleksiyonculara ait siteler üzerinde benzer sikkelere ulaşabiliyorsunuz. Burada her birisini açıklamaya gerek duymuyorum.

Hangi Muhammed?
Hangi Muhammed?

Sikkeler Üzerine Tartışmalar

Bazıları bu tarz sikkeler hakkında akıl almaz bahaneler üretiyorlar. Ancak bu sikkelerin, İslam devletini kendi parasını basmaktan aciz konuma düşürdüğü gibi iddialar gülünçtür. 70 yıl boyunca İslami öğretileri görmezden geldikleri iddiaları da aynı şekilde gülünçtür.

İslam’ın Kökeni: İlahi mi, Siyasi mi?

İslam’ın kökeni, İlahi vahiyler mi yoksa Perslerin makam ve yurdundan ettiği Hristiyan kökenli birinin kısmen yeni bir din kurması mı, tartışmalıdır. Ancak belirtilen deliller ve işaretler, kökenin İlahi değil siyasi olduğunu göstermektedir.

Necran Yazıtı ve “Muhammed” Unvanı

Hangi Muhammed?
Hangi Muhammed?

523’te Necran’da bir kaya üzerine “Başka Bir Muhammed Daha” yazılmıştır. Bu yazıt, göklerin ve yerin korunması ve ona zar verip alçaltmaya karşı korunması içindi. Bu yazıt, Muhammad ile Yahudilerin Efendisi Rahman adına yerleştirilmiştir. Bu yazıttan da anlaşılacağı üzere, “Muhammad” çok övülen, arzu edilen gibi anlamlara gelen bir sıfattır.


Ek Olarak Necran Yazıtı ve “Muhammed” Unvanı Hakkında Bilgiler:

Necran Yazıtı, Güney Arabistan’ın Necran bölgesinde bulunan ve Himyarite Krallığı dönemine ait bir yazıt koleksiyonudur. Bu yazıtlar, MS 5. ve 6. yüzyıllara tarihlenir ve bölgenin tarihi, kültürü ve dini inançları hakkında önemli bilgiler içerir.

“Muhammed” unvanı, Necran Yazıtları’nda birkaç kez geçmektedir. Ancak bu unvanın, İslam peygamberi Hz. Muhammed ile doğrudan bir bağlantısı olduğu kesin olarak kanıtlanmamıştır. Bu unvanın, İslam öncesi Arabistan’da yaygın olarak kullanılan bir isim veya unvan olduğu düşünülmektedir.

Necran Yazıtları’ndaki “Muhammed” unvanının farklı yorumları bulunmaktadır:

  1. Kişi İsmi: Bazı araştırmacılar, bu unvanın, yazıtın yazıldığı dönemde yaşamış belirli bir kişiye ait bir isim olduğunu düşünmektedir. Ancak, bu kişinin kimliği ve önemi hakkında kesin bir bilgi yoktur.
  2. Dini Unvan: Diğer araştırmacılar, “Muhammed” unvanının, dini bir lider veya kahin gibi saygın bir kişiye verilen bir unvan olduğunu öne sürmektedir. Bu yorum, İslam öncesi Arabistan’daki dini pratikler ve inançlarla daha uyumlu görünmektedir.
  3. Kehanet: Bazı teorilere göre, “Muhammed” unvanı, gelecekteki bir peygamber veya kurtarıcıya işaret eden bir kehanet olarak yorumlanabilir. Ancak, bu yorumun kanıtlanması için daha fazla araştırma ve analiz gerekmektedir.

Necran Yazıtları ve “Muhammed” unvanı hakkındaki tartışmalar devam etmektedir. Bu yazıtların tam olarak anlaşılması ve yorumlanması için daha fazla araştırma ve analiz yapılması gerekmektedir. Ancak, bu yazıtlar, İslam öncesi Arabistan’ın tarihi, kültürü ve dini inançları hakkında önemli ipuçları sunmaktadır.

 

Hangi Muhammed?
Hangi Muhammed?

 

Hangi Muhammed?
Hangi Muhammed?
Hangi Muhammed?
Hangi Muhammed?
Paylaş:
Yorumları Göster (0)

Bir yanıt yazın