Türk Mitolojisi

Türk mitolojisi, tarihi Türk halklarının inandığı mitolojik bir bütündür. Eski efsaneler, Türk halklarının eski ortak inancı olan Tengricilik’ten ögeler taşımaktan çok sosyal ve kültürel temalarla doludur. Bunların bazıları sonradan İslamî ögelerle değiştirilmiştir. Dünyanın en eski edebi belgelerinden biri olarak kabul edilen Dede Korkut destanlarının orijinal yapıtları Vatikan ve Dresden kütüphanelerinde bulunmaktadır. Ege ve Anadolu uygarlığı mitolojisi ile benzerlikler taşımaktadır.

Türk mitolojisi, birçok araştırmacıya göre, Tengricilik’te olduğu gibi tektanrıcı bir temelden zamanla çoktanrıcı bir biçime doğru evrim geçirmiştir. Ayrıca tarihi Türk halklarının temas ettiği Zerdüştlük, Mani dinleri ve Budizm de Türk mitolojisinden izler taşımaktadır. Bu nedenle, genel bir tanım olan Türk mitolojisi yerine, inançtaki farklı ögeleri göz önünde bulundurarak “Türk Mitolojileri” demek daha doğru olabilir.”

Türklerin Dini İnancı

dinlerine ise Arapça kökenli “Namus” ve “En-Nevâmis-i İlâhiye” kelimelerinin ilk kökü olan “Nom” ismini kullanıyorlardı. Yunancaya “Numus – Havus” olarak geçen bu kelime, sonsuz güç ve irade anlamını taşırken, Sanskrit dilinde “Tanrı” kelimesinin karşılığı olarak kullanılıyordu. Türkler, ruhani liderlerine “Tüyun/Tuyon” adını verirken, kâhin ve büyücülerine ise “Kam” diyerek hitap ediyorlardı. Ayrıca, dinî kitaplarına “Nom”, ruhanilere ise “Nomiler” deniyordu. İslam’ın etkisiyle Oğuzlar, kamlarına “Ozan” adını verdi.

“Şâmân” kelimesi ise Avrupalılar aracılığıyla kullanılan bir terimdi. Şamanlar, toplumda doktorluk, büyücülük ve kâhinlik gibi üç ayrı mesleği birleştiriyorlardı. Türk düşünürü Ziya Gökalp’e göre, Türkler’in eski dinlerinin doğru adı “Tuyonizm” olmalıydı. Gökalp’e göre, Türkler’in dini başlangıçta “Natüralizm” gibi algılansa da aslında gizli anlamları olan sözler ve simgelerin tapınıldığı bir “Sembolizm” idi. Farklı toplumlar arasında yayılmış olan bu inanç sisteminde, din ile sihir arasında ayrım yapılırken, bir tarafta Animizm’den türeyen “Şamanizm”, diğer tarafta ise tanrıları ve evreni kontrol eden bir “Tuyonizm” görülür.

İkili Tanrı İnancı

Gökyüzünün en yüksek katında evreni yöneten en ulu tanrı “Kayra Han” ile yeraltını yöneten kötülük tanrısı “Erlik” adındaki iki büyük tanrıya inanılıyordu. Yeryüzü düzenini sağlayan ve bütün Türk oymaklarını yöneten “Yer – Su İlâhları” adı verilen daha birtakım tanrılara da inanılmaktaydı.

Türk kozmogonisi

“Altay Türkleri” gökyüzünün on yedi tabakadan oluştuğuna ve en üst katın bütün tanrıların babası sayılan “Kayra Han”ın yaşadığına inanırlardı. Bu tanrıdan üç farklı tanrı ortaya çıkmıştı. Bu tanrıların ilki göğün on altıncı tabakasında altın bir taht üzerinde oturan “Ülgen” idi. İkincisi dokuzuncu katta yaşayan “Kızagan” ve üçüncüsü de yedinci katı kendine yurt edinmiş olan “Mergen ” di. Ayrıca bu tabakada yeri ve göğü aydınlatan “Gün Ana” adındaki “Ay Ata” da yaşamaktaydı. Beşinci tabakada ise “Yaratanlar Yaratanı” olarak adlandırılan “Katay Han” yaşıyordu.

Diğer

Türk mitolojisinde Gök Tanrı asıl yaratıcı güçtür, Kayra Han’ın babasıdır. Şeytan Erlik Han yeraltının hakimidir. Ülgen ise gökyüzünün 16. katında oturur, Kayra Han’ın oğludur.[6] “Barak Ata” Moğol ve Türk Mitolojilerinde Moğollar’ın türediği varsayılan köpek başlı yaratığa verilen addır, “Nokay Eçege” olarak da bilinir. “Umay” doğurganlığı ve bereketi simgeler. Üç boynuzu vardır, beyazlar içindedir ve doğacak çocukları o seçer. Ülgen, Umay ve Barak Ata daha sonraları tanrılaştırılmışlardır. Kuyaş Türk toplumlarında Güneş tanrısı düşüncesini simgeler. Maygıl ise suların tanrısıdır. Savaş tanrısı ise Elbis’tir

Mististizm

Kökleri Orta Asya Şamanlığına kadar uzanan Şamanizm, Grönland’dan Doğu Sibirya’ya kadar geniş bir alan üzerinde yaşayan birçok Türk-Moğol kavmi, hatta Laponlar ve Eskimolar arasında yaygın olan ortak bir “sihirî din” sistemidir. İslam ve Hristiyanlık tam olarak nüfuz edemediği bölgelerde halen etkindir ve hatta bu din, bu inanç sistemlerinin sonradan girdiği bölgelerde bile ikinci planda varlığını sürdürmektedir. Budizm, Maniheizm, İslam ve Hristiyanlık gibi dini etkilerin Türkler arasında sekizinci yüzyıldan beri yayılmasına rağmen, Şamanizm, yabancı inançları bünyesine katabilmesi nedeniyle gücünden pek bir şey kaybetmemiştir. Bu nedenle, Şamanizm’e “Türk paganizmi” de denilebilir.

Şamanizm’de en belirgin özelliklerden biri, gök tabakaları, ahiret ve tanrılar aleminin zenginleştirilmiş bir “Çok-Tanrıcılık” yanıdır. Ayrıca, Şamanizm’de doğa ile uyumlu yaşamaya vurgu yapan Natürizm’in de zenginliği devam etmektedir. Türk mistisizminin izlerine, sihir ve din biçiminde, aşağıda yeniden gözden geçirilen Türk inançlarında da rastlanmaktadır:

Yakutlar, insanın ölümünden sonraki kaderi hakkında belirsiz bir fikre sahiptir. Cennet ve cehennem hakkında herhangi bir fikre sahip değillerdir ve ölümden sonra yaşamla ilgili görüşleri, Yunan veya Arap mitolojisinde olduğu gibi “réel – şe’ni” ve özel unsurlardan oluşmaktadır. Birçoğu Âhiret hayatını düşünmezler.

Tüm Animistler gibi, Yakutlar da ruhların eski topraklarda dolaştığına ve insanları rahatsız edebileceğine inanır. Ruhlar hakkındaki anlayışları tamamen maddi ve özel eşya kavramına dayanır. Ruhlar, insandan ayrı, ağırlığı ve mekânı olan varlıklardır. İnsanlarla bazen dostça, bazen de düşmanca ilişkiler içindedirler.

Şamanlar

Şamanlar, hayatlarını genellikle mağara ve gizli hücrelerde tek başlarına geçirirler ve büyü ve sağlık konularında yeteneklere sahip olan, toplumda “büyücülük – doktorluk” görevlerini üstlenen kişilerdir. Görünmez ruhlarla iletişim kurabildiklerini iddia ederler ve titreme, bayılma, kendinden geçme gibi yollarla bu yeteneklerini sergilerler. Bu yetenekleri, uzun ve yorucu dini ayinler sonucunda kazanırlar.

Ayinler sırasında kendinden geçen, köpürerek yüzü kararan ve bitkin düşene kadar dönen şamanlar, sonunda eşya ve gerçek evrenle olan tüm ilişkilerini kaybederler. Bu görev, Samoyedler ve Hantılarda kalıtsal bir yetenek olarak görülürken, Tunguzlar, Yakutlar ve Altaylar gibi diğer toplumlarda yarı kalıtsal, yarı kazanılmış bir nitelik olarak kabul edilir.

Aşağı ve yukarı âlemler arasında elçilik görevi üstlenen “illuminé adamlar” veya “kâhinler” için kullanılan “Şâmân” terimi, farklı yörelerde değişik adlar alır. Bu Şamanlara, Sibir Türkleri’nde “Soyok”, Eskimolar’da “Angakok”, Laponlar’da “Noïde”, Samoyetler’de “Tadibca”, diğer bazı Türk kavimleri arasında ise “Kam” adı verilir. İslam’ın kabulünden sonra Oğuzlar, kendi kam’larına “Ozan” adını vermişlerdir. Doğaüstü yetenekleri ve tabiî âlemle olan ilişkileri sayesinde diğer insanlardan farklılaşan ve yüksek bir ruh haliyle donanmış olan Şamanlar, genel ve adak kurban törenlerinde hazır bulunmakla yükümlüdürler.

Ayinler

Bazen soydan gelen, bazen de sonradan edinilen Şamanlık müessesesi, karmaşık bazı kuralları içeren âyinler gerçekleştirirdi. Şamanlar, sihirbaz ve kâhin oldukları gibi aynı zamanda hastalıkları tedavi eden doktorlardı. Türkler arasında “Otacı” ve “Atasagon” adı verilen, maddi tedavi yöntemleriyle hastalıkları iyileştiren bir sınıf da bulunmaktaydı. Şamanlar, şiir ve müzik eşliğinde dans eder, özel merasim elbisesi giyer ve çeşitli çıngırdaklar takardı. Kadınların katılmadığı bu âyinler genellikle “Hoş Ağacı” ile dolu olan bir ormanlıkta kurulan yurtlarda yapılırdı. “Üveysî” adı verilen tarikat şeyhlerine çok benzeyen ve aslen sinir hastalıklarına yakalanmış “nevrozlu adamlar”, vehbî Şamanlık için en yetenekli insanlardı. Günümüzde hala “Uçak” olarak adlandırılan bazı ailelerin bütün aile üyelerinin tedavi etme yeteneklerine ait inançlar ile vehbî Şamanlık arasında tam bir benzerlik vardır.

Âyinlerde istiğrak halinde yapılan duaları, kamlardan başka kimsenin anlaması mümkün değildir. Şamanlar için birer “Miraç” anlamına gelen vecd âyinleri esnasında tam bir “ulvî sarhoşluk” içine düşen Şamanların, bazen bu âyinler esnasında oluşan aşırı taşkınlıklar sonucu öldükleri bile olmuştur. Şamanların, vecd ve istiğrak halinde yukarı âlemlerle kurdukları iletişim, Eski Yunan’daki Elefsis Gizemleri’ni anımsatmaktadır. Akdeniz mistisizminin temeli olarak gösterilen bu Eski Yunan gizemleri gibi, Şamanların “Miraç Âyinleri” de Orta Asya mistisizminin gelişiminde temel yapı taşını oluşturmuştur. Âyin esnasında taşkınlığı arttıran en önemli araç davuldur. Davulların üzerine Şamanları gökyüzüne çıkaran hayvanların ve sandalların resimleriyle mâbudların timsalleri yapılmıştır. Şamanların “Barak” adını verdiği hayvan ile İslamiyet’teki Miraç hayvanı olan “Burak” arasındaki benzerlik kayda değerdir. İslamiyet’in kabulünden sonra da Türkler, Miraç hadisesi ile ilgili yaptıkları minyatürlerde benzer resimleri çizmeye devam ettiler.

Doğu kaynaklarına göre Şamanîzm

İslam kaynaklarında Şamanizm “Şemenîyye” (Semenniye) şeklinde geçmektedir. İbn-i Nedim El-Fihrist kitabında, Maveraünnehir halkının çoğunluğunun Semeniyye dinine mensup olduğunu belirtmektedir. Daha ayrıntılı bilgi El-Birunî’nin “Kitâb-ı Malil’Hind” adlı eserinde verilmektedir. Bu kitapta, “Budasef” olarak bahsettiği Budizm’in Hindistan’dan çıktığı, öncesinde ise “Şemânîlik” dininin var olduğu ifade edilmektedir. Horasanlılar kendi dinlerine “Şemenan” adını vermişlerdir. Budizm’in kabulünden önce, Cengiz Han’ın resmî dini de Şamanizm idi ve orada Kamlar büyük bir nüfuz sahibiydiler. Kazvinî’ye göre, “Cem” âyininin kaynağı ilkel “Şamanlık” ve “Kam” merasimidir. Şamanlıkta görülen ilkel mistisizm ile Anadolu’daki tarikat ve mezheplerdeki ilkel mistisizm arasında bazı benzerlikler bulunmaktadır. Örneğin, Kızılbaşlar’daki “Sahip ve Musâhip Âyini”, ilkel topluluklardaki “Dühûl” merasiminin devamıdır.

İmâm Câ’fer Menâkıbi’ne göre, “Eğer tâlip günahını saklarsa, Tarikât-ı Âliyye’de kezzâptır. Yol haini ve imân uğrusu olur. Aman kardeş günahını saklamayıp derdini söyle. Karanlık kabre koma, burada söyle.” Alevîlerin kabul ettiği üç çeşit ruh, Yakutlar’ın “İşşi,” “Çor” ve “Kut” adını verdikleri ruhları çağrıştırmaktadır. Alevî inançlarına göre yatırların bulunduğu dağ, tepe ve ormanlar kutsaldır. Eski Başkırtlar’da ise rüzgâr, ağaç, dağ, nehir gibi şeyler tanrı olarak kabul edilirdi. Başkırtlar’ın bir kısmı balıklara, turna kuşlarına, bir kısmı da odun parçalarına tapardı. Günümüzde Sibirya Şamanizminde ayı kutsal bir hayvan olarak kabul edilmektedir. Aynı şekilde, Anadolu Alevîliği’nde de ağaç ve ayı kutsal kabul edilmektedir. Anadolu Alevîliği, eski Anadolu toplumu, İslam ve Antik İran kaynaklı çeşitli etkiler altında kalmıştır. “Pir Divânı”, “Cem Âyini” ve “Erenler Meydânı” gibi ritüeller bu mistik etkilerin sonucudur ve doğrudan doğruya “Şamanizm” ile kıyaslanamaz. Tüm bu karşılaştırmalar, eski Türk dininde mevcut olan ilkel mistisizmin İslam sonrasında da gizli tarikat ve mezhepler halinde yaşamakta olduğunu göstermektedir. Bedr’ed-Dîn Mahmud Aynî, “Kamlar” ile “Aybek Baba,” “Burak Baba” ve “Geyikli Baba” gibi bazı Alevî babaları hakkında karşılaştırmalar yapılmasına yardımcı olacak ayrıntılı bilgi vermektedir.

En Eski Kalıntılar

Türk mitolojisinin en eski kalıntıları ancak diğer halkların yazılı belgeleriyle kanıtlanabilir. En önemli kanıtlar eski Çin yazılarında bulunur. Örneğin MÖ 330 yılından kalan bir yazıda Türk mitolojisinin en önemli efsanelerinden olan Asena destanı ile karşılaşılır.

Tanınmış destanlar
Tanınmış destanlar

Tanınmış destanlar

Gökbörü Destanı

Türk mitolojisinde önemli bir yere sahip olan ve bilinen en eski Türk efsanelerinden biridir. Bu destan, tüm Türk halkları arasında çeşitli şekillerde yaygındır ve Türk kültüründe derin bir iz bırakmıştır.

Efsaneye göre, Türkler düşmanlarının saldırısı sonucunda neredeyse tamamen yok edilirler. Ancak, bu saldırıdan sağ kurtulan sadece iki çocuk kalır. Tengri, bu çocukları korumak için kutsal bir dişi kurt gönderir. Kurt, çocukları besler, büyütür ve korur. Bir süre sonra, kurt bir çocuktan gebe kalır ve on yavru doğurur. Bu on yavru, gelecek Türk topluluklarının hükümdarları olacak kişilerdir.
Gökbörü Destanı, Türklerin atalarının yaşadığı zorlu zamanları, dayanıklılıklarını ve geleceğe olan inançlarını anlatır. Aynı zamanda, bozkurtun kutsallığı ve Türk toplulukları için temsil ettiği önemli değerler de bu destanda vurgulanır. Bu destan, Türk mitolojisinin ve kültürünün önemli bir parçasıdır ve Türk halkının kimliğinin bir simgesi olarak kabul edilir.

Ergenekon destanı

Türkler büyük bir yenilgiye uğradıktan sonra çadırlarını toplayıp göç ederler. Tengri’nin gönderdiği kutsal bir kurt Türklere kılavuzluk eder ve onları verimli toprakları olan, etrafı dağlarla çevrili büyük bir ovaya götürür. Birkaç kuşak sonra Türkler bu ovaya sığmaz olurlar. Bu kez bir kurt onlara etraflarını çeviren dağlardan birisinin madenden oluştuğunu gösterir ve demirciler bu dağı eritirler. Halk ovadan çıkar ve tekrar bozkırların egemenliğini ele geçirdiklerini tüm bozkır halklarına duyururlar.

Oğuz Destanı

Bu destan Türklerin atası olarak bilinen Oğuz Kağan’ın hayatını anlatır. Doğumundan ölümüne ve devleti oğullarına pay edişine kadar geçen destanda, Oğuz’un eşleriyle tanışması, oğullarının doğumu ve savaşlar da bulunmaktadır.

Manas Destanı

Dünya’nın en uzun destanı olan Manas destanı’nda, daha küçük yaştan kahraman olacağı bilinen Kırgız Manas’ın hikâyesi anlatılmaktadır. Manas’ın dostları tarafından ihanete uğratılıp öldürüldüğü söylenir. Mezarı başında ağlayan hayvanlar Manas’a ağıt yakarlar ve Göktanrı acıyarak Manas’ı diriltir. Manas da kendisine ihanet eden dostlarının peşine düşer.

Türklerin türeyişini anlatan efsaneler

Türk mitolojisinin en mühim özelliklerinden birisi her kabilenin, ne kadar ufak da olsa şahsi bir türeyiş efsanesine sahip olmasıdır. Örneğin Oğuzname’de her sözü edilen kabilenin ilk önce türeyiş efsanesi anlatılır.

En önemli ve en tanınmış efsane Türklerin ortak türeyiş destanıdır. Bu efsane neredeyse her Türk topluluğunda tanınır ve en eski Türk hükümdarlarının, Tengri’nin gönderdiği bir kurt ile çiftleşmesinden türediğini anlatır. Bazı versiyonlarda bir dişi kurdun en son Türk olarak kalmış bir erkek çocuğu ile, diğer versiyonlarda ise Gök Tanrı’nın bir erkek kurt kılığında hükümdarın kızı ile çiftleştiği anlatılır.

Diğer iyi tanılan bir türeyiş efsanesi Kırgız halkının türeyiş efsanesidir. Bu efsaneye göre kutsal bir gölün suyundan gebe kalan kırk kız ilk Kırgızları oluşturur.

Tanınmış destanlar

Türk mitolojisinin Avrupa’daki izleri

Avrupa’ya göç etmiş olan antik Türk halklarının etkileri, Avrupa mitolojisinde ve kültüründe izler bırakmıştır. Özellikle Hunlar ve Ön Bulgarlar gibi Türk kökenli topluluklar, Avrupa mitolojisinin önemli unsurlarından biri haline gelmiştir.

Alman mitolojisinin en ünlü destanlarından biri, Hunlara ve ejderhalara karşı savaşan Alman kahraman Siegfried’in destanıdır. Bu destanda, Atilla’nın adı “Etzel” olarak geçmektedir. Ön Bulgarlar da Balkanlar’a getirdikleri Han Asparuh (İşbara Han) destanı ile Bulgar mitolojisine derin bir iz bırakmışlardır. Bu destan, Bulgaristan’da birinci sınıftan itibaren okutulan ve her Bulgar çocuğu tarafından ezberlenen bir eserdir. Ön Bulgarların getirdiği ilkbahar bayramı olan “Mart enizi”nde, ilkokul çocukları Han Asparuh destanının bazı bölümlerini canlandırırlar.

Macar mitolojisinde de uzun bir Atilla ve eski Türk destanları bulunmaktadır. Prof. Sven Laagarbring, İsveç mitolojisinde de Türklerin önemli bir rol oynadığını belirtmiştir. Oden’in yoldaşlarının aslında Türkler olduğunu iddia eden Laagarbring, bu konuda çeşitli belgelere dayanmaktadır. İsveççe ile Türkçe arasındaki benzerlikleri inceleyen Johan Ihre, Oden ve yanındakilerin Türk kökenli olduğunu savunmuştur.

Tüm bu örnekler, Avrupa mitolojisinde ve kültüründe Türk kökenli toplulukların etkilerinin bulunduğunu ve Türk mitolojisinin Avrupa’ya yayıldığını göstermektedir. Bu etkileşimler, tarih boyunca farklı kültürler arasında yaşanan temasların ve kültürel alışverişin bir sonucudur.

Budist Türk mitolojisi

9. yüzyılda Uygur Türkleri’nin Budizm dinini kabul etmiş ve bu dinin temeli üstünde ilk büyük yerleşik Türk kültürünü geliştirmişlerdir. Uygur rahiplerin bu dönemde binlerce Budist yazıyı, Sanskritçe ve Çince’den Türkçeye çevirmiş oldukları bilinmektedir. Bunların arasında birçok yabancı efsane de Türkçeye çevrilmiş, ama eski Türk destanları ve tarihi de yazıya alınmıştır. Hotan kentinde zamanının en büyük kütüphanesini oluşturmuşlar, ama Kırgızların bir saldırısında bu kütüphane tamamen yanmıştır. Günümüze sadece ufak tefek sayfa parçaları kalmıştır, ama bu sayfa parçalarının bazılarının üzerinde görünen sayfa sayıları (sayfa 500- sayfa 600) bu kitapların ne kadar geniş kapsamlı ve ayrıntılı olduklarını kanıtlamaktadır.

Bu az sayıdaki kalıntının arasında manastırlara yeni rahipler kazandırmak için tasarlanmış efsaneler de bulunmaktadır. Örneğin birisinde maddi hayatın kötü ve iğrenç olduğunu vurgulamak için korkunç bir hikâye anlatılmaktadır (Eski Türkçe):

körüp ince sakıntı. Bo menin yutuzum bo tep içgerü kirip ülüg birle yattı… Yeme esrökin biligsizin üçün ölügüg kuçup uluvsuz bilig sürüp ol ölügke katıltı küçedükinte ötrü ölüg yarıltı… ol yarsinçıg et’özinteki kan irin arıgsız yablak taşıltı tökülti… yeme ol tözün är kamag özi tonı baştan adakka tegü kanka irinke örgenip uvutsuz biligin üçün esrükin ögsüz bolup könülina anıg ögrünçülük boltum tep sakıntı… ançagınçagan yarın yarudı kün tugdı… ol tözün er esröki adıntı usınta uduntı birök başın yokarı kötürüp körti supurgan icre yatukın koyınta ölüg yatur irin kan tökülür tüze yıdıyor kenti özün körtü kop kanka bulganmış arıgsızka ürgenmişin körüp ötrü belinledi anıg korkutı ulug ünün manradı terkin tul tonka taşıkıp tezdi nece yügürür erti anca kusar yarsıyur erti ol munca arıg ton kedsimişin antak terkin butarlayu üze bice yırtıp taşgaru kemişti ancak yügürtü bardı.. bir toş boşına tegti.. ötrü özin ol toş başına kemişti yuntı arıtıntı ol..

Yukarıda bir alıntısı gösterilen hikâyede, karısını kaybeden çaresiz bir adam, üzüntüsünden çok feci sarhoş olana kadar içki içer, ölmüş karısının mezarına gider, mezarı açar ve karısının cesedi ile cinsel ilişkiye girişir. Ceset ile öyle şiddetli sevişir ki çürümüş beden kollarının arasında çatlamaya başlar. Adam baştan aşağı çürük kana ve cerahata bulanır. Nihayet gün ağarır, adam başını kaldırır ve görür ki mezarın içinde karısının cesedinin yanında yatıyor, cesetten kan dökülüyor. Kendini görür; üstü başı kan ve cerahata bulanmıştır. Aniden yaptığı canavarlığı anlar, kendinden tiksinir, kıyafetlerini yırtmaya başlar, içini bir korku sarar ve paniğe kapılır. Adam mezardan çıkar ve koşmaya başlar. Bir yandan bağırarak ağlar, bir yandan kusar. Bu tip Budist hikâyelerde hep olduğu gibi adam sonunda bir manastıra gider ve tüm maddi dünyadan uzak bir şekilde hayatını Buda’ya adar

Geyik Avı

Bazı hikâyelerde Buda’nın başka bedenlerde tekrar doğmuş varlığı konu olarak ele alınır. Hikâyelerin birisinde dengesiz bir Hint hükümdar yüzlerce adamı ile birlikte ava çıkar ve binlerce ceylanı öldürür. Ceylanların başı olan altın renginde bir ceylan, Buda’nın reenkarnasyonudur. Altın ceylan hükümdarı uyarır ve can almayı bırakmasını buyurur, ama hükümdar onu dinlemez. Altın ceylan sonunda hepsini feci şekilde cezalandırır.

Sibirya Türk mitolojisi

Sibirya’nın Türk halkları, Türk mitolojisini canlı ve renkli bir şekilde koruyarak günümüze kadar taşımışlardır. Tengricilik’in kutsal varlıklarına hala ibadet eden ve eski Türk destan geleneğini yaşatan bu halklar, mitolojilerini güçlü bir şekilde sürdürmektedirler.

Örneğin, Dolganlar gibi sayıları azalmış olan halklarda eski bir mitoloji bulunmaktadır. Sibirya’nın kuzeyinde yaşayan Dolganlar, göçebe hayatları sırasında bazen 10.000 yıl öncesine dayanan buzlar altında mamut cesetlerine rastlarlar. Dolganlar, yeraltı aleminin efendisi Erlik Han’ın mamutları yeraltına götürdüğüne ve onları hizmetkar olarak kullandığına inanırlar. Onlara göre, mamutlar yeraltı aleminde tutsaktır ve eğer yeryüzüne çıkmaya çalışırlarsa, derhal buzla cezalandırılırlar. Dolganlar, canlı olarak görmeseler de, mamutların yarı gömülü ve donmuş halini gördüklerinde, bu inancı doğrularlar.

Altaylılar, Yakutlar ve diğer Sibirya Türkleri de yaşamlarında karşılaştıkları olayların çoğunu iyi ve kötü ruhlar ile kutsal varlıklara bağlarlar. Bu ruhlar ve varlıklarla iyi ilişkiler sürdürmek için dua ederler ve kurbanlar sunarlar, böylece bereketin kesilmemesini sağlamaya çalışırlar. Bu şekilde, Sibirya’nın Türk halkları, mitolojik inançlarını yaşayarak ve aktararak geleneği canlı tutmaktadırlar.

Anadolu Türklerinin mitolojisi
Anadolu Türklerinin mitolojisi

Anadolu Türklerinin mitolojisi

Türklerin Anadolu’ya göçleri sırasında, Orta Asya’dan birçok destan ve hikaye de beraberlerinde gelmiştir. 11. yüzyılda Akkoyunlu devletinde, yeni gelen Türk boylarının anlattığı hikayeler, bilinmeyen bir yazar tarafından “Dede Korkut masalları” olarak kaleme alınmıştır. Ancak Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden önce de bu coğrafyada birçok mit bulunmaktaydı ve bu mitler Anadolu Türklerinin mitolojisinde iz bırakmıştır.

Örneğin, Pamukkale hakkındaki eski bir Yunan efsanesi günümüzde hala anlatılmaktadır. Bu efsaneye göre, dışlanmış bir kız, hayattan bıktığı için intihar etmeye karar verir ve Pamukkale’nin tepelerinden birinden atlar. Ancak su dolu bir terasa düşer. Bir prens, avlanırken bu olayı görür ve hızla kıza yetişir. Kıza baktığında, suyun onu güzelleştirdiğini fark eder. Sonunda prens ve kız evlenir ve mutlu bir hayat sürerler. Bu efsane, Anadolu’nun mitolojik zenginliğine katkıda bulunmuştur.

Kaynakça

Wikipedia:

^ Türk – Moğol Tarihi, Cilt 2, Sayfa 49, Dökini tercüme.
^ Havz’ûl-Hayât. [Hindistan’da “Fakir” adı verilen meslek üyelerinin yaptığı ibâdetlerde bu kelime özel bir şekilde telâffuz edilmektedir.]
^ Alâ’ed-Dîn Cüveynî, Cihân-Kûşâ.
^ Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, Sayfa 25.
^ Ziya Gökalp, Eski Türkler’de din, Dar’ül-Fünun Edebiyat Fakültesi mecmuaları, Sayı 5, Rûmi 1332.
^ Çoban, Ramazan Volkan. (2013). Türk Mitolojisinde İyilik Tanrısı Ülgen’in İnanıştaki Yeri, Tasviri ve Kökeni. Bilim ve Kültür, 1, 192-198. Kaynak 15 Ocak 2020 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
^ J. A. Mac. Culloch, Shamanism, Ancyclopedia of Religion and Ethnic, James Hastings.
^ Gök Alp, Ziya, Eski Türkler’de içtimâî teşkilât.
^ Radlof, Aus Sibérian, Cilt 2. (Yunanlarda ateşten bir nehri geçen sandal, Serbére, öteki âlemin menkıbeleri sembolden âri ve tamamıyla réel’dir. Kur’an-ı Kerîm’deki Cennet tasvirleri de ayni mahiyettedir. Bedreddin Simavî, Varidat’ın baş tarafında “Umur-û Âhiret cühelânın zu’mettikleri gibi değildir; âlem-i emr, âlem-i gayb, yani âlem-i melekûttur. Cennet, Cehennem, kusûr, enhar,.. ve emsali şeyler maanii zâhiresine münhasır değildir.” – Musa Kâzım Efendi tercümesi.)
^ Bu ruhların etrafta dolaşması hâdisesinden başka bir de tenasüh fikri mevcuttur ki, bu surette onu “Arya” dinlerindeki misterlere benzetmek olasıdır.
^ Professör Dumezil: Dinler Tarihi Notları, Sayfa 239, 1928.
^ Hilmi Ziya, Anadolu’da dinî ruhiyat müşahedeleri (Mihrap mecmuaları).
^ Türkîyat Mecmuası, Cilt 2, Sayfa 520.
^ Magnien, Victor, Les mystéres d’Eleusis-Pocyat, 1929.
^ Bu benzerlik ilk defa Ziya Gök Alp tarafından tespit edilmişti. Kanatlı arslan manâsına gelen “Sphinx” te ayrıca burada zikredilmeğe değer.
^ Professör Dumezil: Dinler Tarihi Notları, Sayfa 238-240, 1928. (Örneğin, “mahzenî esrâr” resimlerinde bu görülmektedir.)
^ İbn-i Nedim, Fihrist, [Köprülü Kütüphanesi, No: 1134.]
^ Ebû Reyhan el-Birûnî, Kitâb-û-Malil-Hind.
^ Sierozevski: Yakutlar’da Şâmânizm – Revue d’historie des Religions, 1900-1901.
^ Kazvinî, Asar-ül’Bilâd, H. 394.
^ Yusuf Ziya, İlâhiyat Fakültesi Mecmuaları, 1927-1928.
^ İmâm Câ’fer Menâkibi. (Ankara Umûmî Kütüphânesi, Tasavvuf. No: 86; Yusuf Ziya’dan nakil.)
^ İbn-i Fadlan, Ahmed İbni Fadlan Seyahatnâmesi.
^ Yakut-û Hamevî, Mü’cem-ûl’Büldan, Cilt 2, Sayfa 38.
^ Mahmud-ûl-Aynî, İkd-ûl’Cümman.
^ Hüseyin Hüsamettin Efendi Amas’ya Tarihi.
^ “İskandinavların Türk Ataları”. Araştırma yazı,Yönetmen Tekin Gün. Mootol,Kültür Sanat.26 Aralık 2010. 10 Ağustos 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi.

Paylaş:

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et