Araber und Israeliten: Geschichte und Religion
Çölde İki Kavim, Binlerce Yıllık Didinme
Ortadoğu… Tarihin en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış, aynı zamanda en kanlı çatışmaların yaşandığı bu coğrafyada, iki kavmin hikayesi yüzyıllardır iç içe geçmiş durumda: Araplar ve İsrailoğulları. Bu iki grup, hem kültürel hem de dini açıdan birbirleriyle sıkı bir ilişki içinde olmalarına rağmen, aynı zamanda tarih boyunca büyük çekişmelere de sahne olmuşlardır. Bu makalede, bu iki kavmin kökenlerini, inançlarını, tarihsel gelişimlerini ve aralarındaki bitmek bilmeyen çekişmeyi, objektiflikten uzak, tamamen ateist ve alaycı bir bakış açısıyla ele alacağız.
Hazır olun, çünkü bu makalede kutsal kitapların sayfalarında yazanları değil, gerçeklerin acımasız yüzünü göreceksiniz. İbrahim Peygamber’in soyundan gelen bu iki kavmin, nasıl olup da aynı topraklar üzerinde sürekli bir çatışma halinde olduklarını sorgulayacağız. Kutsal kitaplarda anlatılan mucizelerin ve ilahi müdahalelerin ardında yatan gerçekleri, bilimsel veriler ışığında inceleyeceğiz.
Bu makalede, Arapların çöldeki göçebe yaşamından İslam’ın yükselişine, İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışından modern İsrail devletinin kuruluşuna kadar uzanan geniş bir yelpazeyi ele alacağız. Bu iki kavmin inanç sistemlerini, kutsal kitaplarını ve kültürel değerlerini mercek altına alacak, aralarındaki benzerlikleri ve farklılıkları gözler önüne sereceğiz.
Eğer hazırsanız, bu iki kavmin tarihine ve dinine yapacağımız alaycı yolculuğa başlayalım. Unutmayın, bu makalede gerçeklerden kaçış yok, sadece gerçeklerin acımasız yüzü var.
Arap Tarihi
Cahiliye Dönemi: Putlara Tapınan Bedevilerin Çılgın Dünyası
İslam öncesi Arap toplumuna “Cahiliye Dönemi” deniyor. Bu isim, Arapça’da “cehalet” anlamına gelen “cahil” kelimesinden türetilmiş. İslam’ın getirdiği aydınlığa (!) kıyasla, bu dönem Arapların karanlık çağları olarak görülüyor. Tabii, bu sadece Müslümanların bakış açısı. Biz ateistler için, Cahiliye Dönemi, Arapların özgürce takıldığı, putlara tapındığı, şiirler yazıp eğlendiği bir dönemdi.
Cahiliye Dönemi’nde Araplar, çölde göçebe bir hayat sürüyorlardı. Kabileler halinde yaşıyor, sürekli birbirleriyle savaşıyorlardı. Kan davası, onların en büyük eğlencelerinden biriydi. Bir kabileden birini öldürürseniz, ölene kadar o kabileyle savaşmanız gerekirdi. Ne kadar mantıklı, değil mi?
Bu dönemde Arapların inanç sistemi de oldukça ilginçti. Yıldızlara, aya, güneşe, hatta taşlara tapıyorlardı. Her kabilenin kendine özgü putları vardı. Bu putlar, genellikle taştan ya da tahtadan yapılmış, şekilsiz şeylerdi. Araplar, bu putların kendilerini koruyacağına, onlara şans getireceğine inanıyorlardı. Tabii, bu putların hiçbir işe yaramadığı, sadece onların hayal gücünün bir ürünü olduğu aşikardı.
Cahiliye Dönemi’nde kadınların durumu da içler acısıydı. Kadınlar, erkeklerin malı olarak görülüyor, istedikleri gibi alınıp satılıyorlardı. Bir erkek, istediği kadar kadınla evlenebilir, hatta onları boşayabilirdi. Kadınların hiçbir hakkı yoktu, sadece erkeklerin hizmetindeydiler.
Cahiliye Dönemi, Arapların özgür ruhlu, vahşi ve kanunsuz bir dönem olarak da görülebilir. Ancak, bu dönem aynı zamanda Arap kültürünün temellerinin atıldığı bir dönemdi. Arap şiiri, bu dönemde zirveye ulaştı. Şairler, kabilelerini övüyor, düşmanlarını yerden yere vuruyorlardı. Bu şiirler, Arap dilinin zenginliğini ve güzelliğini gösteriyordu.
Cahiliye Dönemi, her ne kadar İslam’ın yükselişiyle sona ermiş olsa da, Arap kültürünün ve kimliğinin oluşumunda önemli bir rol oynamıştır. Bu dönem, Arapların geçmişini anlamak ve bugünkü durumlarını değerlendirmek için önemli bir kaynak teşkil etmektedir. 1
İslam’ın Yükselişi: Bir Tüccarın Peygamberliğe Terfi Edişi
Ve gelelim Cahiliye Dönemi’nin en büyük “mucizesine”: Muhammed’in peygamberliğe terfi edişine. Rivayete göre, 610 yılında Hira Mağarası’nda Cebrail adında bir melek tarafından ziyaret edilen Muhammed, kendisine “oku” emri verildiğini iddia etti. Okuma yazma bilmeyen bir tüccar olan Muhammed, bu olaydan sonra kendisini Allah’ın elçisi ilan etti. 2
Muhammed’in getirdiği yeni din, yani İslam, aslında Cahiliye Dönemi’ndeki Arap inançlarından çok da farklı değildi. Tek tanrılı bir din olması ve putperestliği reddetmesi dışında, pek çok benzerlik taşıyordu. Örneğin, İslam’daki cennet ve cehennem kavramları, Cahiliye Dönemi’ndeki inançlarla örtüşüyordu. Hatta İslam’ın kutsal kitabı Kuran’da, Cahiliye Dönemi’ndeki bazı putların isimleri bile geçiyor. 3
Muhammed, Mekke’deki zengin ve güçlü kesimi karşısına aldığı için, 622 yılında Medine’ye hicret etmek zorunda kaldı. Bu olay, İslam tarihinde dönüm noktası oldu. Muhammed, Medine’de hem dini hem de siyasi bir lider olarak kabul gördü. Artık sadece bir peygamber değil, aynı zamanda bir devlet başkanıydı.
Muhammed’in liderliğindeki Müslümanlar, Mekke’ye karşı savaş açtılar. 630 yılında Mekke’yi fethettiler ve Kabe’deki putları yıktılar. Bu olay, İslam’ın Arap Yarımadası’nda hızla yayılmasını sağladı. Muhammed’in ölümünden sonra, İslam orduları Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya ve hatta Avrupa’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayıldılar.
İslam’ın temel ilkeleri, inanç (Allah’a ve peygamberlerine inanmak), ibadet (namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek), ahlak (dürüstlük, adalet, merhamet gibi erdemleri benimsemek) ve hukuk (İslam hukukuna uymak) olarak özetlenebilir. Bu ilkeler, Müslümanların hayatının her alanını düzenler.
İslam’ın yükselişi, sadece dini bir olay değil, aynı zamanda siyasi ve sosyal bir devrimdi. Cahiliye Dönemi’ndeki kabilecilik ve putperestlik yerine, İslam kardeşliği ve tek tanrı inancı getirildi. Bu sayede Araplar, kısa sürede büyük bir güç haline geldiler.
İslam’ın Altın Çağı: Emeviler’den Abbasiler’e Bilim Bayrağının Geçişi
İslam’ın Altın Çağı, 8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar süren ve Abbasi Halifeliği döneminde zirveye ulaşan bir dönemdi. Bu dönemde, İslam dünyası bilim, felsefe, tıp, matematik, astronomi ve diğer birçok alanda önemli ilerlemeler kaydetti. Tabii ki, bu ilerlemelerin çoğu, İslam alimlerinin antik Yunan, Roma, Pers ve Hint medeniyetlerinden aldıkları bilgileri geliştirmeleriyle oldu. Yani, aslında pek orijinal bir şey yoktu ortada. 4
Abbasi halifeleri, bilime ve kültüre büyük önem veriyorlardı. Bağdat’ta “Beyt’ül Hikme” adında bir kütüphane ve araştırma merkezi kurdular. Burası, dünyanın dört bir yanından gelen bilim insanlarının buluşma noktası oldu. Yunanca, Latince, Süryanice ve Sanskritçe’den Arapça’ya yapılan çeviriler sayesinde, antik bilgelik İslam dünyasına aktarıldı.
İslam alimleri, tıp alanında da önemli çalışmalar yaptılar. İbn-i Sina, tıp ansiklopedisi “El-Kanun fi’t-Tıb” ile Batı’da yüzyıllarca okutuldu. Razi, çiçek ve kızamık hastalıklarını ilk tanımlayan kişiydi.
Matematik alanında, Harezmi, cebir biliminin kurucusu olarak kabul edilir. Onun “El-Kitab’ül Muhtasar fi Hisab’il Cebr ve’l Mukabele” adlı eseri, Batı’da “Algoritmi” adıyla tanındı ve bugün kullandığımız “algoritma” kelimesinin kökeni oldu.
Astronomi alanında ise, Battani, Batlamyus’un hatalarını düzeltti ve modern astronominin temellerini attı. Biruni, Dünya’nın çevresini ölçmek için bir yöntem geliştirdi.
İslam’ın Altın Çağı’ndaki bilimsel ve kültürel gelişmeler, Batı’daki Rönesans’ın da öncüsü oldu. Avrupa’daki bilim insanları, Arapça’dan yapılan çeviriler sayesinde antik bilgeliği yeniden keşfettiler. Bu sayede, Avrupa’da bilimsel devrim yaşandı.
Tabii ki, İslam’ın Altın Çağı’nda her şey güllük gülistanlık değildi. Halifeler arasındaki taht kavgaları, mezhep çatışmaları ve Moğol istilası gibi olaylar, bu dönemin sonunu getirdi. Ancak, İslam dünyasının bilime ve kültüre yaptığı katkılar, bugün bile hala hatırlanmaktadır.
Arap Edebiyatı ve Sanatı: İslam’ın Sanata Darbesi
İslam öncesi dönemde Arapların şiir ve sözlü edebiyata düşkünlüğü dillere destandı. Ancak İslam’ın gelişiyle birlikte, Arap edebiyatı ve sanatı büyük bir değişim geçirdi. Ne de olsa, İslam’ın katı kuralları ve yasakları, sanatsal ifade özgürlüğünü kısıtlamaktaydı.
İslam öncesi dönemde, kadınların güzelliği, aşk, kahramanlık ve kabileler arası çatışmalar gibi konular şiirlerin ana temalarını oluşturuyordu. Ancak İslam’ın etkisiyle, şiirlerde dini motifler ve ahlaki öğütler ön plana çıkmaya başladı. Artık şairler, Allah’ı övüyor, peygamberi yüceltiyor ve İslam’ın öğretilerini yaymaya çalışıyorlardı. Tabii ki, bu durum şiirin sanatsal değerini düşürmüş, onu bir propaganda aracına dönüştürmüştü. 5
İslam sanatında da benzer bir değişim yaşandı. Figüratif tasvirler yasaklandığı için, sanatçılar soyut desenlere ve geometrik şekillere yöneldiler. Bu durum, İslam sanatının kendine özgü bir tarz geliştirmesine yol açtı. Ancak, bu tarzın ne kadar özgün olduğu tartışmaya açık. Ne de olsa, figüratif tasvirlerden kaçınmak, sanatçının ifade özgürlüğünü kısıtlamaktaydı.
İslam mimarisinde ise, camiler en önemli yapıları oluşturuyordu. Kubbeler, minareler ve avlular, cami mimarisinin temel unsurlarıydı. Ancak, bu mimari tarz da diğer kültürlerden, özellikle Bizans ve Pers mimarisinden etkilenmişti. Kısacası, İslam mimarisi de pek orijinal sayılmazdı.
İslam’ın Arap edebiyatı ve sanatına olan etkisi, tartışmalı bir konudur. Kimileri, İslam’ın Arap kültürüne yeni bir soluk getirdiğini, onu zenginleştirdiğini savunurken, kimileri de İslam’ın Arap sanatını körelttiğini, ifade özgürlüğünü kısıtladığını düşünmektedir. Ancak, her iki durumda da İslam’ın Arap edebiyatı ve sanatını derinden etkilediği bir gerçektir.
İsrailoğulları Tarihi
Ataerkil Dönem: İsrailoğullarının Efsanevi Ataları (Yoksa Değil mi?)
İsrailoğulları’nın hikayesi, Mezopotamya’nın Ur şehrinde yaşayan İbrahim adında bir adamla başlar. Rivayete göre, Tanrı İbrahim’e seslenir ve ona Kenan diyarına (bugünkü İsrail ve Filistin toprakları) gitmesini emreder. 6 İbrahim, bu emre uyar ve ailesiyle birlikte yola koyulur. Bu yolculuk, İsrailoğulları’nın uzun ve çetrefilli tarihinin başlangıcı olur.
İbrahim’in oğlu İshak ve torunu Yakup da, İsrailoğulları’nın önemli ataları olarak kabul edilir. Bu üç ata, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın ortak peygamberleri olarak kabul edilir. Ancak, bu ataların gerçekten yaşayıp yaşamadıkları, tarihçiler arasında tartışmalı bir konudur. Arkeolojik kanıtlar, bu dönemde Mezopotamya ile Kenan arasında yoğun bir göç olduğunu gösterse de, İbrahim, İshak ve Yakup’un varlığına dair somut bir kanıt bulunamamıştır. 7
Kutsal kitaplarda anlatılanlara göre, İbrahim, Tanrı ile bir anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre, Tanrı İbrahim’in soyunu çoğaltacak ve onlara Kenan diyarını verecektir. Karşılığında, İbrahim ve soyundan gelenler Tanrı’ya inanacak ve onun emirlerine uyacaklardır. 8 Bu anlaşma, Yahudi inancının temelini oluşturur.
İbrahim’in hikayesi, Tanrı’nın seçilmiş halkı olma iddiasındaki İsrailoğulları için önemli bir meşruiyet kaynağıdır. Ancak, bu hikayenin gerçekliği şüphelidir. İbrahim, İshak ve Yakup, büyük olasılıkla mitolojik figürlerdir. Bu figürler, İsrailoğulları’nın kimliklerini inşa etmelerine ve toprak taleplerini meşrulaştırmaya yarayan birer araç olarak kullanılmıştır.
Mısır’dan Çıkış: Musa ve Firavun’un Büyü Savaşı
İsrailoğulları’nın Mısır’da köle olarak yaşadıkları dönemde, Musa adında bir peygamber ortaya çıkar. Rivayete göre, Tanrı Musa’ya, İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkarması emrini verir. 9 Musa, Firavun’a giderek İsrailoğulları’nı serbest bırakmasını ister, ancak Firavun bu isteği reddeder.
Bunun üzerine Tanrı, Mısır’a on bela gönderir. Nil Nehri’nin kana dönüşmesi, kurbağaların istilası, sineklerin çoğalması, hayvanların ölmesi, insanların yaralarla kaplanması, dolu yağması, çekirgelerin istilası, karanlık çökmesi, ilk doğan erkek çocukların ölmesi… 10 Bu belalar karşısında Firavun pes eder ve İsrailoğulları’nın gitmesine izin verir.
Ancak Firavun, kısa bir süre sonra pişman olur ve ordusuyla birlikte İsrailoğulları’nın peşine düşer. İsrailoğulları, Kızıldeniz’e sıkışırlar. Tam bu sırada, Tanrı Musa’ya denizi asasıyla ikiye ayırmasını emreder. 11 İsrailoğulları denizi geçerken, Firavun ve ordusu da peşlerinden denize girerler. Ancak, Tanrı’nın emriyle deniz tekrar birleşir ve Firavun’un ordusu boğulur.
İsrailoğulları, çölde 40 yıl boyunca dolaşırlar. Bu süre zarfında, Tanrı onlara Sina Dağı’nda On Emir’i verir. 12 Bu emirler, İsrailoğulları’nın inanç ve yaşam tarzlarını düzenleyen temel kurallardır.
Mısır’dan çıkış hikayesi, İsrailoğulları için önemli bir kimlik oluşturucu unsurdur. Bu hikaye, onların Tanrı’nın seçilmiş halkı oldukları inancını pekiştirir. Ancak, bu hikayenin gerçekliği de tartışmalıdır. Arkeolojik kanıtlar, İsrailoğulları’nın Mısır’da köle olarak yaşadıklarına dair herhangi bir iz bulunmadığını göstermektedir. 7
Kızıldeniz’in yarılması gibi mucizeler de, bilimsel olarak açıklanması mümkün olmayan olaylardır. Bu nedenle, Mısır’dan çıkış hikayesi, büyük olasılıkla mitolojik bir anlatıdır. Bu anlatı, İsrailoğulları’nın kökenlerini açıklamak ve Tanrı ile olan özel ilişkilerini vurgulamak için yaratılmıştır.
Krallıkların Bölünmesi: İsrail’in İki Başlı Devri
Mısır’dan çıktıktan sonra, İsrailoğulları Kenan diyarına yerleştiler ve burada çeşitli kabileler halinde yaşamaya başladılar. Zamanla, bu kabileler birleşerek bir krallık kurdular. İlk başta Saul adında bir kral tarafından yönetilen bu krallık, daha sonra Davut’un liderliğinde güçlendi ve genişledi. 13
Davut, Kudüs’ü fethederek krallığın başkenti yaptı ve İsrailoğulları’nın birliğini sağlamada önemli bir rol oynadı. Kendisi de bir savaşçı ve şair olan Davut, İsrailoğulları’nın kahraman kralı olarak anılır. 14
Davut’un oğlu Süleyman ise, barışçıl bir hükümdardı. Kudüs’te görkemli bir tapınak inşa ettirdi ve İsrail’i zengin ve güçlü bir devlet haline getirdi. Ancak, Süleyman’ın saltanatı, ağır vergiler ve zorla çalıştırma gibi uygulamalar nedeniyle halk arasında hoşnutsuzluğa yol açtı. 15
Süleyman’ın ölümünden sonra, krallık ikiye bölündü. Kuzeyde İsrail, güneyde Yehuda krallığı kuruldu. Bu bölünme, İsrailoğulları’nın tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. İki krallık, sürekli bir rekabet ve çatışma halinde yaşadılar. 16
İsrail krallığı, Asurlular tarafından MÖ 722’de yıkıldı. Yehuda krallığı ise, Babilliler tarafından MÖ 586’da yıkıldı. Bu olaylar, İsrailoğulları’nın büyük bir bölümünün sürgün edilmesine ve diasporanın başlamasına neden oldu.
İsrail ve Yehuda krallıklarının bölünmesi, İsrailoğulları’nın tarihindeki en önemli olaylardan biridir. Bu bölünme, sadece siyasi bir ayrılık değil, aynı zamanda dini ve kültürel bir ayrışma anlamına geliyordu. İki krallık arasındaki rekabet ve çatışma, yüzyıllar boyunca devam etti ve günümüzdeki Ortadoğu çatışmalarının da temelini oluşturdu.
Yahudi Diyasporası: Babil’den Roma’ya, Sürgünden Sürgüne
İsrail ve Yehuda krallıklarının yıkılmasıyla birlikte, İsrailoğulları için sürgün ve diaspora dönemi başladı. İlk büyük sürgün, Babilliler tarafından gerçekleştirildi. MÖ 586’da Kudüs’ü fetheden Babilliler, Yahudilerin büyük bir kısmını Babil’e sürdüler. 17 Bu sürgün, Yahudi kimliğinin ve dininin yeniden şekillenmesinde önemli bir rol oynadı. Artık tapınakları olmayan Yahudiler, ibadetlerini sinagoglarda yapmaya başladılar. Tevrat’ın okunması ve yorumlanması, Yahudi yaşamının merkezine oturdu. 18
Babil Sürgünü’nden sonra, Persler Babil’i fethettiler ve Yahudilere Kudüs’e dönme izni verdiler. Ancak, dönen Yahudiler, eski krallıklarını yeniden kuramadılar. Pers, Yunan ve Roma egemenliği altında yaşamaya devam ettiler.
Roma döneminde, Yahudiler arasında Roma’ya karşı birkaç ayaklanma çıktı. Bu ayaklanmalar, Romalılar tarafından acımasızca bastırıldı. MS 70 yılında, Romalı general Titus, Kudüs’ü yerle bir etti ve İkinci Tapınak’ı yıktı. 19 Bu olay, Yahudi tarihinde bir dönüm noktası oldu. Artık tapınakları olmayan Yahudiler, ibadetlerini tamamen sinagoglarda yapmaya başladılar.
Roma’nın baskıları sonucu, Yahudiler dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Bu dağılma süreci, Yahudi diasporasının oluşmasına neden oldu. Yahudiler, farklı kültürlerle etkileşime girerek kendi kimliklerini korudular. Sinagoglar, Yahudi cemaatinin merkezi haline geldi. Tevrat’ın okunması ve yorumlanması, Yahudi kimliğinin korunmasında önemli bir rol oynadı.
Yahudi diasporası, Yahudilerin tarih boyunca maruz kaldıkları zulüm ve ayrımcılığın bir sonucu olarak ortaya çıktı. Ancak, bu diaspora aynı zamanda Yahudi kültürünün zenginleşmesine ve çeşitliliğine de katkıda bulundu. Yahudiler, gittikleri her yerde kendi geleneklerini ve inançlarını yaşattılar. Bu sayede, Yahudi kimliği ve kültürü günümüze kadar ulaşabildi.
Dini Bağlamlar
Yahudilikte Kutsal Mekanlar: Duvarlara Ağlayan, Tepelere Tapan Bir İnanç Sistemi
Yahudilik, kutsal mekanlara oldukça önem veren bir din. Bu mekanların başında, tartışmasız bir şekilde Kudüs geliyor. Kudüs, Yahudiler için hem dini hem de tarihi öneme sahip bir şehir. Bir zamanlar Süleyman Mabedi’nin bulunduğu bu şehir, Yahudilerin inanışına göre Tanrı’nın yeryüzündeki evi. 20
Kudüs’ün en kutsal mekanı ise, Tapınak Tepesi. Burası, Yahudilerin inancına göre Tanrı’nın en çok tecelli ettiği yer. Ancak, Tapınak Tepesi’nde şu anda Müslümanların kutsal saydığı Kubbet-üs Sahra ve Mescid-i Aksa bulunuyor. Bu durum, yüzyıllardır süregelen bir çatışmanın da kaynağını oluşturuyor.
Tapınak Tepesi’nin batısında yer alan Batı Duvarı, yani Ağlama Duvarı, Yahudiler için bir diğer önemli kutsal mekan. İkinci Tapınak’tan geriye kalan tek parça olan bu duvar, Yahudilerin dua etmek ve ağıt yakmak için geldikleri bir yer. Duvara sıkıştırılmış kağıtların arasında, Tanrı’ya yazılmış binlerce dilek ve yakarış bulunuyor. 21
Yahudilikte kutsal sayılan diğer mekanlar arasında, Hebron’daki Makpela Mağarası (İbrahim, İshak, Yakup ve eşlerinin mezarlarının bulunduğu yer), Safed şehri (Kabala’nın merkezi) ve Tiberya şehri (Talmud’un önemli merkezlerinden biri) sayılabilir.
Yahudilerin kutsal mekanlara olan bu düşkünlüğü, aslında onların tarih boyunca yaşadıkları sürgün ve zulümle de ilgili. Kutsal mekanlar, Yahudilerin kimliklerini korumalarına ve inançlarını devam ettirmelerine yardımcı olan birer sığınak olmuştur. Ancak, bu kutsal mekanlar aynı zamanda çatışmaların da kaynağı olmuştur. Özellikle Kudüs, hem Yahudiler hem de Müslümanlar için kutsal olduğu için, yüzyıllardır süregelen bir anlaşmazlık konusudur.
Yahudi Gelenekleri ve Bayramları: Yemekten Oruca, Dans Etmekten Ağlamaya
Yahudilik, gelenek ve görenekleriyle dikkat çeken bir din. Bu geleneklerin bir kısmı oldukça eğlenceli, bir kısmı ise biraz sıkıcı. Örneğin, Şabat (Cumartesi), Yahudilerin kutsal günü. Bu günde çalışmak, hatta elektrikli alet kullanmak bile yasak. 22 Yani, bütün gün oturup dinlenmek zorundasınız. Ne kadar heyecan verici, değil mi?
Rosh Hashanah, Yahudi yeni yılı olarak kutlanır. Bu bayramda, koç boynuzu (şofar) çalınır ve elma balla yenir. 23 Şofarın sesi, insanları günahlarından tövbe etmeye çağırırken, elma ve bal, yeni yılın tatlı geçmesi için yenir.
Yom Kippur ise, Yahudilerin en kutsal günü. Bu günde, Yahudiler günahlarından arınmak için oruç tutar ve dua ederler. 24 Bütün gün aç susuz kalmak, günahlarınızdan arınmak için yeterli mi? Sanmıyorum.
Pesah (Hamursuz Bayramı), Yahudilerin Mısır’dan çıkışlarını kutladıkları bir bayramdır. Bu bayramda, mayasız ekmek (matsa) yenir ve acı otlar (maror) tüketilir. 25 Matsa, Mısır’dan çıkış sırasında Yahudilerin aceleyle yaptıkları ekmeği temsil ederken, maror, Mısır’daki kölelik dönemini hatırlatır.
Yahudi gelenekleri ve bayramları, Yahudi kimliğinin korunmasında ve nesilden nesile aktarılmasında önemli bir rol oynar. Bu gelenekler, Yahudilerin tarihini, inançlarını ve değerlerini yansıtır. Ancak, bazı geleneklerin günümüzde ne kadar anlamlı olduğu tartışmaya açık. Örneğin, Şabat’ta çalışmanın yasak olması, modern yaşamın gerekleriyle pek bağdaşmamaktadır.
İslam’da Kutsal Mekanlar: Taşlara, Mağaralara ve Türbelere Tapınma Ritüeli
İslam’da kutsal mekanlar, inananlar için büyük önem taşır. Bu mekanlar, genellikle Muhammed’in hayatıyla ilgili olayların geçtiği yerler veya daha sonra İslam’ın yayılmasıyla birlikte önemli hale gelmiş yerlerdir.
İslam’ın en kutsal mekanı, hiç şüphesiz Mekke’deki Kabe’dir. Bu küp şeklindeki yapı, İslam öncesi dönemden kalma bir put tapınağıydı. Muhammed, Mekke’yi fethettikten sonra Kabe’yi putlardan temizledi ve onu İslam’ın kıblesi haline getirdi. 26 Müslümanlar, günde beş vakit namaz kılarken Kabe’ye yönelirler. Ayrıca, her yıl milyonlarca Müslüman, hac ibadeti için Mekke’ye gelir ve Kabe’nin etrafında yedi kez dönerler. 27
Medine, İslam’ın ikinci kutsal şehridir. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra, burada ilk İslam devletini kurmuştur. Medine’de, Muhammed’in evi ve mezarı bulunmaktadır. Bu nedenle, Medine Müslümanlar için önemli bir ziyaret yeridir.
Kudüs’teki Mescid-i Aksa, İslam’ın üçüncü kutsal mekanıdır. Kuran’a göre, Muhammed bir gece Burak adlı kanatlı bir ata binerek Mekke’den Mescid-i Aksa’ya gelmiş ve buradan göğe yükselmiştir. 28 Bu olaya “Miraç” denir. Mescid-i Aksa, Müslümanlar için önemli bir dua ve ibadet yeridir.
İslam’da kutsal sayılan diğer mekanlar arasında, Muhammed’in doğduğu ev, Hira Mağarası (Muhammed’in ilk vahyi aldığı yer) ve Uhud Dağı (Müslümanların Mekkelilerle yaptığı savaşın yaşandığı yer) sayılabilir.
İslam’da kutsal mekanlara yapılan ziyaretler, inananlar için manevi bir deneyimdir. Bu ziyaretler, Müslümanların inançlarını güçlendirir ve onlara İslam tarihini daha yakından tanıma fırsatı verir. Ancak, bazı eleştirmenler, bu mekanlara yapılan aşırı odaklanmanın, İslam’ın özünden uzaklaşmaya neden olduğunu düşünmektedir.
İslam’ın Beş Şartı: İnancın Ritüellerle Sınanması
İslam’ın beş şartı, Müslümanların inançlarını pratiğe dökmek için yerine getirmeleri gereken beş temel ibadettir. Bu ibadetler, Müslümanların günlük yaşamlarını şekillendiren ve onları diğer dinlerden ayıran önemli ritüellerdir.
-
Kelime-i Şehadet: “Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed onun elçisidir” anlamına gelen bu cümleyi söylemek, İslam’a girişin ilk adımıdır. Bu cümle, Müslümanların Allah’ın tekliğini ve Muhammed’in peygamberliğini kabul ettiklerini ifade eder. 29
-
Namaz: Günde beş vakit kılınan namaz, Müslümanların Allah’a olan bağlılıklarını gösterdikleri bir ibadettir. Namaz sırasında, Müslümanlar Kâbe’ye yönelir ve belirli hareketler yaparak dua ederler. 26 Namaz, Müslümanların günlük yaşamlarında önemli bir yer tutar ve onları diğer insanlardan ayıran bir özelliktir.
-
Oruç: Ramazan ayında tutulan oruç, Müslümanların imsak vaktinden akşam ezanına kadar yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak durdukları bir ibadettir. 30 Oruç, Müslümanların sabır, dayanıklılık ve nefslerini terbiye etme gibi erdemleri kazanmalarına yardımcı olur.
-
Zekât: Müslümanların sahip oldukları malın belirli bir miktarını ihtiyaç sahiplerine vermeleri anlamına gelen zekât, İslam’ın sosyal adalet anlayışının bir yansımasıdır. 31 Zekât, toplumdaki gelir eşitsizliğini azaltmaya ve yoksullara yardım etmeye yönelik bir uygulamadır.
-
Hac: Müslümanların gücü yetiyorsa ömürlerinde bir kez Mekke’ye giderek yapmaları gereken hac ibadeti, İslam’ın en önemli ibadetlerinden biridir. Hac sırasında, Müslümanlar Kabe’yi tavaf eder, Arafat’ta vakfe yapar ve şeytan taşlarlar. 32 Hac, Müslümanların birlik ve beraberlik duygularını pekiştiren ve onları aynı amaç etrafında toplayan bir ibadettir.
İslam’ın beş şartı, Müslümanların hayatlarının her alanını etkileyen önemli ritüellerdir. Bu ibadetler, Müslümanların Allah’a olan bağlılıklarını göstermelerini, nefslerini terbiye etmelerini ve toplumda yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutmalarını sağlar. Ancak, bu ibadetlerin bazıları, modern yaşamın gerekleriyle çelişebilmekte ve bazı eleştirmenler tarafından anlamsız bulunabilmektedir.
Ortak ve Çakışan Noktalar
Kutsal Kitaplardaki Ortak Hikayeler: Aynı Karakterler, Farklı Senaryolar
İslam ve Yahudilik, aynı kaynaktan beslenen iki din: İbrahimî dinler. Bu nedenle, kutsal kitaplarında ortak peygamberler ve benzer hikayeler bulmak şaşırtıcı değil. Ancak, aynı hikayelerin farklı dinlerdeki yorumları ve anlatımları, bazen komik, bazen de düşündürücü olabiliyor.
Örneğin, İbrahim peygamber, her iki dinde de büyük bir öneme sahip. Yahudilikte, Tanrı’nın İbrahim’le yaptığı antlaşma, İsrailoğulları’nın seçilmiş halk olma iddiasının temelini oluşturuyor. 33 İslam’da ise, İbrahim, Allah’a tam teslimiyetin ve tevhid inancının sembolü olarak görülüyor. 34 Her iki din de İbrahim’i örnek bir insan olarak sunsa da, onun hikayesinin detayları konusunda farklılıklar var. Örneğin, İbrahim’in oğlunu kurban etme hikayesi, her iki dinde de farklı şekillerde anlatılıyor.
Musa peygamber de, her iki din için önemli bir figür. Yahudilikte, Musa, İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkaran ve onlara Tanrı’nın kanunlarını veren büyük bir lider olarak kabul ediliyor. 35 İslam’da ise, Musa, Allah’ın önemli peygamberlerinden biri olarak görülüyor. Ancak, İslam’da Musa’nın mucizeleri daha abartılı bir şekilde anlatılıyor. Örneğin, Kuran’da Musa’nın asasının yılana dönüşmesi, denizi ikiye ayırması gibi olaylar anlatılırken, Tevrat’ta bu olaylar daha sade bir dille geçiştiriliyor. 36
Davut ve Süleyman da, her iki dinde de önemli krallar olarak kabul ediliyor. Davut, İsrail krallığını kuran ve Kudüs’ü başkent yapan güçlü bir lider olarak anlatılırken, Süleyman ise bilgeliği ve adaletiyle tanınan bir hükümdar olarak tasvir ediliyor. 37 İslam’da da Davut ve Süleyman, Allah’ın önemli peygamberleri olarak kabul edilir. Ancak, İslam’da bu iki kralın hayatları daha çok mucizelerle ve olağanüstü olaylarla süslenir.
Kutsal kitaplardaki ortak hikayeler, İslam ve Yahudilik arasındaki köklü bağı gösteriyor. Ancak, bu hikayelerin farklı dinlerdeki yorumları ve anlatımları, aynı zamanda bu iki din arasındaki farklılıkları da ortaya koyuyor. Bu farklılıklar, bazen komik, bazen de düşündürücü olsa da, her iki dinin de kendi içinde tutarlı bir inanç sistemi oluşturduğunu gösteriyor.
Kudüs’ün Önemi: Üç Din, Bir Şehir, Sonsuz Çatışma
Kudüs, dünya üzerindeki en tartışmalı şehirlerden biri. Üç büyük dinin -Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam- kutsal saydığı bu şehir, tarih boyunca sayısız çatışmaya sahne olmuştur. Peki, Kudüs neden bu kadar önemli? Bu sorunun cevabı, her dinin kendi inanç ve tarihiyle yakından ilgilidir.
Yahudiler için Kudüs, Tanrı’nın onlara vaat ettiği kutsal topraklardır. Bir zamanlar Süleyman Mabedi’nin bulunduğu bu şehir, Yahudi inancının merkezidir. Mabedin yıkılmasından sonra, Yahudiler için en kutsal mekan, Mabed’in batı duvarı olan Ağlama Duvarı olmuştur. 21
Hristiyanlar için Kudüs, İsa’nın çarmıha gerildiği, gömüldüğü ve yeniden dirildiği yerdir. Kutsal Kabir Kilisesi, Hristiyanlar için en önemli hac merkezlerinden biridir.
Müslümanlar için Kudüs, Muhammed’in göğe yükseldiği yerdir. Mescid-i Aksa, Müslümanlar için Mekke ve Medine’den sonra üçüncü en kutsal mekan olarak kabul edilir. 38
Görüldüğü gibi, Kudüs, üç din için de büyük bir manevi değere sahip. Ancak, bu durum aynı zamanda çatışmaların da kaynağı olmuştur. Yahudiler, Kudüs’ü yeniden kendi devletlerinin başkenti yapmak isterken, Müslümanlar da bu şehri kendi kontrollerinde tutmak istiyorlar. Hristiyanlar ise, Kudüs’ün tüm dinler için açık olmasını savunuyorlar.
Kudüs üzerindeki bu anlaşmazlık, tarih boyunca sayısız savaşa ve çatışmaya neden olmuştur. Haçlı Seferleri, bu çatışmaların en bilinen örneklerinden biridir. Günümüzde de, İsrail ile Filistin arasındaki çatışmanın temelinde Kudüs sorunu yatmaktadır.
Kudüs, sadece dini değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik açıdan da önemli bir şehirdir. Bu nedenle, Kudüs üzerindeki anlaşmazlığın çözümü kolay görünmüyor. Ancak, taraflar arasında karşılıklı saygı ve hoşgörüye dayalı bir çözüm bulunması, hem bölge hem de dünya barışı için büyük önem taşımaktadır.
Abrahamik Dinlerin Ortak Değerleri: Tek Tanrı, Tek Düzen, Tek Tip Ahlak
Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam… Bu üç din, aynı atadan, yani İbrahim’den geldikleri için “Abrahamik dinler” olarak adlandırılır. Her ne kadar bu dinler arasında önemli farklılıklar olsa da, bazı ortak değerleri de paylaşırlar. Bu ortak değerler, insanlık için evrensel bir ahlaki pusula oluşturma potansiyeline sahiptir. Tabii, bu değerlerin ne kadar uygulandığı tartışılır.
Tek Tanrı İnancı: Abrahamik dinlerin en temel ortak noktası, tek bir Tanrı’ya inanmalarıdır. Bu Tanrı, evreni yaratan, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir varlıktır. Bu inanç, insanları putperestlikten uzaklaştırmak ve ahlaki bir yaşam sürmeye teşvik etmek için önemli bir adımdı. Ancak, bu tek Tanrı’nın farklı dinlerdeki yorumları ve ona verilen isimler farklılık gösterir. Yahudiler ona “Yahve”, Hristiyanlar “Tanrı” veya “Baba”, Müslümanlar ise “Allah” derler. 39
Ahlaki Değerler: Abrahamik dinler, insanlara dürüstlük, adalet, merhamet, yardımseverlik, saygı ve hoşgörü gibi evrensel ahlaki değerleri öğretir. Bu değerler, insanların barış içinde ve uyum içinde yaşamalarını sağlamak için önemlidir. Ancak, bu değerlerin pratikte ne kadar uygulandığı, her zaman tartışma konusu olmuştur. Özellikle dinler arası çatışmalar ve savaşlar, bu değerlerin ne kadar içselleştirildiği konusunda soru işaretleri yaratmaktadır.
Adalet ve Merhamet: Abrahamik dinler, adalet ve merhamet kavramlarına büyük önem verir. İnsanların birbirlerine karşı adil ve merhametli davranmaları, toplumun huzuru ve refahı için gereklidir. Ancak, bu kavramların farklı dinlerdeki yorumları ve uygulamaları farklılık gösterebilir. Örneğin, İslam’da “kısas” prensibi, suçluya aynı şekilde karşılık vermeyi öngörürken, Hristiyanlıkta “affetmek” ve “merhamet etmek” daha çok vurgulanır.
Kutsal Kitaplar: Abrahamik dinlerin hepsinin kutsal kitapları vardır. Yahudiler için Tevrat, Hristiyanlar için İncil, Müslümanlar için ise Kuran. Bu kitaplar, Tanrı’nın insanlara ilettiği mesajları içerir ve inananlar için bir rehber niteliğindedir. Ancak, bu kitapların yorumlanması ve anlaşılması konusunda farklılıklar vardır. Bu farklılıklar, zaman zaman dinler arası çatışmalara da yol açmıştır.
Abrahamik dinlerin ortak değerleri, insanlık için ortak bir payda oluşturma potansiyeline sahiptir. Ancak, bu değerlerin farklı dinlerdeki yorumları ve uygulamaları, bazen çatışmalara da yol açabilmektedir. Bu nedenle, dinler arası diyalog ve anlayış, barış ve huzurun sağlanması için büyük önem taşımaktadır.
Yakın geçmiş ve Günümüz
Arap Baharı: Diktatörler Yıkıldı, Yerine Yenileri Geldi
2010’lu yılların başında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı kasıp kavuran bir dizi protesto, ayaklanma ve devrim dalgasına “Arap Baharı” adı verildi. Tunus’ta başlayan bu hareket, Mısır, Libya, Yemen, Suriye ve Bahreyn gibi birçok ülkeye yayıldı. Halk, yıllardır süren baskıcı yönetimlere, yolsuzluklara, ekonomik eşitsizliklere ve işsizliğe karşı ayaklandı. 40
Arap Baharı, bazı ülkelerde diktatörlerin devrilmesine ve yeni yönetimlerin kurulmasına yol açtı. Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi gibi uzun süredir iktidarda olan liderler, halkın baskısıyla görevlerinden ayrılmak zorunda kaldılar.
Ancak, Arap Baharı’nın getirdiği değişim, pek çok ülkede beklenen sonuçları vermedi. Tunus dışında, demokratik geçiş süreçleri başarısız oldu ve yeni otoriter rejimler ortaya çıktı. Mısır’da Muhammed Mursi’nin devrilmesiyle başlayan süreç, Abdülfettah es-Sisi’nin askeri diktatörlüğüne yol açtı. Libya ve Yemen’de ise iç savaşlar patlak verdi ve bu ülkeler hala istikrarsızlığın pençesinde kıvranıyor. Suriye’de ise iç savaş, milyonlarca insanın yerinden olmasına ve büyük bir insani krize neden oldu. 41
Arap Baharı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da büyük umutlarla başlamış olsa da, sonuçları hayal kırıklığı yarattı. Halkın özgürlük ve demokrasi talepleri, çoğu ülkede karşılık bulmadı. Arap Baharı’nın ardından yaşanan gelişmeler, Ortadoğu’nun istikrarsızlığını daha da derinleştirdi ve bölgedeki sorunları çözmek yerine daha da karmaşık hale getirdi.
Dinler Arası Diyalog
Dinler arası diyalog, farklı inançlara sahip insanlar arasında karşılıklı anlayış, saygı ve işbirliğini teşvik etmeyi amaçlayan son derece önemli bir süreçtir. Bu diyalog çabaları, barışçıl bir gelecek için umut vadeden ve farklılıkların çatışmaya değil, zenginliğe dönüşebileceğini gösteren gelişmelere öncülük eder.
Dinler arası diyaloğun önemi:
- Barışın İnşası: Dinler arası diyalog, farklı inanç grupları arasındaki önyargıları ve yanlış anlamaları azaltarak barışın inşasına katkıda bulunur. Ortak değerler ve hedefler üzerinde durarak, çatışmaların önlenmesine ve çözülmesine yardımcı olur.
- Hoşgörü ve Saygının Geliştirilmesi: Diyalog, farklı inançlara karşı hoşgörü ve saygıyı teşvik eder. İnsanların birbirlerinin inançlarını daha iyi anlamalarını sağlayarak, daha kapsayıcı ve adil bir toplum oluşturulmasına katkı sağlar.
- İşbirliğinin Artırılması: Farklı dinlerin mensupları, ortak sorunlara çözüm bulmak için diyalog yoluyla işbirliği yapabilirler. Bu, yoksulluk, çevre sorunları veya sosyal adaletsizlik gibi küresel sorunlarla mücadelede daha etkili olmayı sağlar.
- Kültürel Zenginliğin Keşfi: Dinler arası diyalog, farklı kültürlerin ve inanç sistemlerinin zenginliğini keşfetme fırsatı sunar. Bu, insanların kendi inançlarını daha derinlemesine anlamalarına ve diğer kültürlere karşı daha açık fikirli olmalarına yardımcı olur.
Umut Vadeden Gelişmeler:
- Papalık Ziyaretleri: Papa Franciscus’un farklı ülkelere yaptığı ziyaretler, dinler arası diyaloğa verdiği önemi gösteriyor. Bu ziyaretler, farklı inanç liderleri arasındaki ilişkileri güçlendirerek barış ve uzlaşı mesajları veriyor.
- Dinler Arası Diyalog Platformları: Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar bünyesinde oluşturulan dinler arası diyalog platformları, farklı inanç gruplarının bir araya gelerek ortak sorunları tartışmasına ve çözüm önerileri geliştirmesine olanak tanıyor.
- Sivil Toplum Kuruluşlarının Çabaları: Birçok sivil toplum kuruluşu, dinler arası diyaloğu teşvik etmek için eğitim programları, konferanslar ve kültürel etkinlikler düzenliyor. Bu çabalar, toplumda karşılıklı anlayış ve saygıyı artırmaya yardımcı oluyor.
Dinler arası diyalog, uzun ve karmaşık bir süreç olsa da, barışçıl bir gelecek için umut verici bir yol sunuyor. Farklı inançlara sahip insanlar arasındaki anlayış, saygı ve işbirliğini artırarak, daha adil, kapsayıcı ve barışçıl bir dünya inşa etmemize yardımcı olabilir.
Araplar ve İsrailoğulları: Tarihe, Dine ve Dünyaya Yaptıkları Katkılar
Arapların Tarihe ve Dine Katkıları
Araplar, dünya tarihinde silinmez bir iz bırakmışlardır. 7. yüzyılda İslam’ın doğuşu ve hızlı yayılışıyla, Araplar sadece Ortadoğu’yu değil, geniş coğrafyaları etkileyen bir medeniyetin taşıyıcısı olmuşlardır. İslam’ın getirdiği bilim, felsefe, tıp ve matematik alanındaki gelişmeler, Batı’yı da etkileyerek Rönesans’a zemin hazırlamıştır. Arapça, İslam’ın kutsal kitabı Kuran’ın dili olarak, sadece dini bir araç değil, aynı zamanda bilim ve kültürün de ortak dili olmuştur.
İsrailoğullarının Tarihe ve Dine Katkıları
İsrailoğulları, tek tanrılı dinlerin temelini oluşturan Yahudiliği dünyaya kazandırmışlardır. Tevrat, Zebur ve İncil gibi kutsal metinler, sadece Yahudilik için değil, Hristiyanlık ve İslam için de temel kaynaklar olmuştur. İsrailoğulları, Ortadoğu’da uzun bir tarihe sahip olup, Mısır ve Babil gibi büyük medeniyetlerle etkileşim içinde olmuşlardır. Bu etkileşimler, onların kültürel ve dini kimliklerini şekillendirmiştir.
Arapların Dünya Üzerindeki Kalıcı Etkisi
Arapların dünya üzerindeki etkisi, İslam’ın yayılmasıyla sınırlı değildir. Arap kültürü, edebiyatı, mimarisi ve sanatı, farklı coğrafyalarda kendine özgü yorumlarla zenginleşerek evrensel bir boyut kazanmıştır. Endülüs Emevi Devleti, İslam’ın Avrupa’ya taşıdığı bilim ve kültürel birikimin en önemli örneklerinden biridir. Günümüzde, Arapça konuşulan geniş coğrafya, İslam dünyasının kültürel ve siyasi etkileşiminin canlı bir kanıtıdır.
İsrailoğullarının Dünya Üzerindeki Kalıcı Etkisi
İsrailoğulları, Yahudilik üzerinden dünya dinlerine yaptıkları katkının yanı sıra, bilim, sanat ve felsefe alanında da önemli şahsiyetler yetiştirmişlerdir. Albert Einstein, Sigmund Freud ve Karl Marx gibi isimler, Batı düşüncesini derinden etkileyen Yahudi kökenli düşünürlerdir. İsrail’in kurulmasıyla birlikte, İsrailoğulları, Ortadoğu’da siyasi ve askeri bir güç haline gelmişlerdir.
Ortadoğu’daki Karmaşık Dinamiklerin Anlaşılması
Araplar ve İsrailoğulları arasındaki tarihi ve dini bağlar, Ortadoğu’daki karmaşık dinamiklerin anlaşılması için kritik öneme sahiptir. Bu iki grubun ortak geçmişi, kültürel etkileşimleri ve dini referansları, günümüzdeki siyasi çatışmaların ve işbirliği alanlarının temelinde yatmaktadır. Filistin meselesi gibi çözülememiş sorunlar, bu tarihi ve dini bağlam olmadan anlaşılamaz.
Abschluss
Araplar ve İsrailoğulları, dünya tarihine, dinlerine ve kültürüne yaptıkları katkılarla insanlık mirasının önemli bir parçasını oluşturmaktadırlar. Ortadoğu’nun karmaşık yapısını anlamak ve barışçıl bir gelecek inşa etmek için, bu iki halkın tarihini, dinini ve kültürünü derinlemesine anlamak gerekmektedir. Ancak bu şekilde, farklılıkların çatışmaya değil, zenginliğe dönüşebileceği bir gelecek mümkün olabilir.
Quellen:
- Hitti, 2002, History of the Arabs[↩]
- Armstrong, 2006, Muhammad: A Prophet for Our Time[↩]
- Kuran, Nûh Suresi – 23 . Ayet[↩]
- Al-Khalili, 2010, The House of Wisdom: How Arabic Science Saved Ancient Knowledge and Gave Us the Renaissance[↩]
- Stetkevych, 1975, The Arabic Lyrical Phenomenon: A Structural Approach[↩]
- Tevrat: Yaradılış 12:1-3[↩]
- Finkelstein ve Silberman, 2001, The Bible Unearthed: Archaeology’s New Vision of Ancient Israel and the Origin of Its Sacred Texts[↩][↩]
- Tevrat: Yaradılış 17:1-8[↩]
- Tevrat: Çıkış 3:7-10[↩]
- Tevrat: Çıkış 7-12[↩]
- Tevrat: Çıkış 14:15-22[↩]
- Tevrat: Çıkış 20:1-17[↩]
- Tevrat: 1. Samuel 9-31[↩]
- Tevrat: 2. Samuel 5-24[↩]
- Tevrat: 1. Krallar 1-11[↩]
- Tevrat: 1. Krallar 12[↩]
- Tevrat: 2. Krallar 25[↩]
- Albertz, 2003, A History of Israelite Religion in the Old Testament Period[↩]
- Goldsworthy, 2006, The Roman Army at War 100 BC-AD 200[↩]
- Tevrat: 2. Tarihler 3:1[↩]
- Ben-Dov, 2002, In the Shadow of the Temple: The Discovery of Ancient Jerusalem[↩][↩]
- Tevrat: Çıkış 20:8-11[↩]
- Tevrat: Levililer 23:23-25[↩]
- Tevrat: Levililer 23:26-32[↩]
- Tevrat: Çıkış 12[↩]
- Kuran: 2:144[↩][↩]
- Peters, 1994, The Hajj: The Muslim Pilgrimage to Mecca and the Holy Places[↩]
- Kuran: 17:1[↩]
- Kuran: 33:40[↩]
- Kuran: 2:183-187[↩]
- Kuran: 9:60[↩]
- Kuran: 3:97[↩]
- Tevrat: Yaradılış 17:1-8[↩]
- Kuran: 2:124-136[↩]
- Tevrat: Çıkış 3-14[↩]
- Kuran: 20:9-71[↩]
- Tevrat: 2. Samuel 5-24, 1. Krallar 1-11[↩]
- Bunting, 1996, The Story of the Holy City of Jerusalem[↩]
- Smart, 1996, The World’s Religions[↩]
- Goldstone, 2011, Understanding the Revolutions of 2011[↩]
- Hinnebusch, 2019, The Syrian Uprising: Domestic Origins and Early Trajectory[↩]